Kadınlar sever diye yazdım, erkekler de sevdiceğim.

10.12.13

Ojelerim Bozulmasın Diye Evlenmiyorum!














Ben yoruldum, insanlar yorulmadı sormaktan. Neden evlenmiyor muşum?! Kocalar kapıda sıraya dizildi de biz mi seçemedik? Düzgün bir adam karşımıza çıktı da biz mi istemedik? Aşık olduk da bekarlık kurumunun bize ihtiyacı var diye biz mi kaçtık?

Herkes evlenmek zorunda sanki…

Sevip aşık olmadığın biriyle evlenmektense evlenme daha iyi…


Kısmet demekten dilim damağım kurudu. Olmayacak dualara amin demekten dudaklarım yoruldu. O yüzden evlenmedim.

Yukarı tükürsem ıssız adam, aşağı tükürsem dingil! Hangisiyle evlenelim?

Zaten evlenince de hayatımıza kuş mu konuyormuş sanki? Kamberliğin bana verdiği yetkiye dayanarak şunu söyleyebilirim ki, hazırlıkları da dahil olmak üzere total olarak kocaman bir fiyasko evlilik. Hangimiz gümüş makasa pul yapıştırıp kurdele sarmak istiyor? Nişan tepsisi almak için kaç saatinizi sokaklarda geçirmek istersiniz? O kadar dandirik ki her şey; buzdolabı seçmek bile problem. Bütün sülalenin parmağı her işinizin içinde maşallah! Gelinliğiniz hakkında bile her kafadan çıkan milyonlarca konuşma baloncuğu… Biri ak diyor öbürü kara! Aman da herkesin gönlü olsun derken, iki gönül bir olunca seyran olacak samanlık dar geliyor insana.

Düğün olayını hiç anlamış değilim keza. Neden bir adamla aynı evde yaşamaya başlıyorum diye Dayımla karşılıklı Ankara havası oynuyoruz ki? Üstelik üzerimde beyaz ve ters bir mantar kostümüyle! Bir de boyumdan büyük bir pastayı kılıçla kesiyoruz yanımdaki penguen kostümlü kocamla! Sebep?

Peki ya mutlu sondan sonra?

Bulaşığı, yalaşığı gırla evin içinde… Oje bile süremiyor insan. Sürsen bile yemek yaparken, bulaşık yıkarken bozuluyor zaten. Bütün gün işte çalış, aksam eve gel yemek yap, ortalığı toparla, bulaşıkları yıka… Aman tanrım yarın kaynanam geliyor sendromu da cabası… Hepi topu bir Pazar günümüz var o da ütüye kurban gidiyor. Bir de evin içinde dolaşan erkeksinin kılı tüyü pisliği… Sinirleri kulak memesi kıvamında cılklaşan kadın çemkirmeye başlıyor. Ardından kavgalar gürültüler ve ta tam! Hadi bakalım ben annemin evine gidiyorum Hüseyin!

Ondan sonra adliyenin önü boşanma kuyruğu…

İşte bu yüzden evlenmiyorum teyzelerim amcalarım. Henüz bu yaşanacak, anlat anlat bitmeyecek sıkıntıları bana pembe gösterecek biriyle tanışmadım da ondan evlenmiyorum. Sırf sarılıp uyumak için bu kadar yükü taşıyabileceğimi düşündürmedi kimse de o yüzden hala yalnız yaşıyorum.

Bir gün biri gelir, al bu da senin aptal cesaretin hadi evlenelim der ve beni ikna edebilecek kadar aşık ederse, ben de evlenirim belki. İşte o zaman gelini öpebilirsiniz.

Ama şimdilik ojelerim bozulmasın diye evlenmiyorum.

Fakat darısı başınıza İNŞALLAH!


Amin.

8.12.13

Seveceksen Pijamalarımla Sev Beni



Yapılmış saçlarımla makyajımla sevmek kolay, seveceksen pijamalarımla sev beni. Ben sana en gerçek halimle geleyim gecenin bir körü, dağılmış tipimle özle beni. Senin yanında sileyim makyajımı, öyle konuşalım saatlerce. Ben rahat rahat gözlerimi ovuşturayım, sen gözüm çıkacak diye endişelen.

Süslü püslü halimi boş ver de pijamalarımla sev beni.

Bütün gün başka biri olayım, belki biraz sert, biraz umursamaz, biraz bürokrat. Gömleğimin düğmelerini boğazıma kadar ilikleyeyim. Müsamere çocukları gibi kostümüm ve makyajımla gezeyim ama senin yanına gelince pijamalarımı giyeyim. En çok öyle sev beni.

Kimseye anlatmadığım gerçekleri seninle konuşalım. Bütün gerçeklerimle kabul et beni.

Başım ağrıdığı için takmak zorunda kaldığım okuma gözlüklerimden öp beni.

Ben hep pijamalarımla yazayım, sen hiç bıkmadan oku beni.

Pazar günüm ol sıcacık, pijamalarımızla kahve içelim.

O kadar gerçekten sev ki, dünyanın başka bir ucunda bile olsan baktığın her yerde gör beni.

Aklında hep ben olayım, pijamalarımla sana şarkı söyleyip dans ederken.

Uzağa gitsen de hep yanında götür beni. Ben koksun pijamaların.

Sabah uyandığında, gece yattığında hep pijamalarımla sev beni.


Beni sevemeyeceksen de pijamalarımı sev bari…

Lütfen Ondan Nefret Edin!

Ondan nefret edin. Bunu yapabilirsiniz çünkü o bunu sonuna kadar hak etti.
Önce ona aşık olmanıza neden oldu, sonra da defoldu gitti. Evet, ondan nefret edin.
Tamamen yalnızlığa alışmışken siz, gelip biz olmanın ne kadar güzel olduğunu hatırlattı ve bunu hiç yapmamış gibi korkup kaçtı.
Ondan nefret edin.
Ondan nefret edin ki bir daha kimseye güvenmemeniz gerektiğini her seferinde hatırlayın.
Aklınızın iplerini kimse için elinizden bırakmamanız gerektiğini asla unutmayın.
Ondan o kadar çok tiksinin ki bir daha kimseyi sevmeniz gerekmediğini, yalnız başınıza da çok mutlu olabileceğinizi hiçbir zaman unutmayın.
Sırtını dönüp gidebiliyorsa zaten hiç sevmemiş olduğunu asla aklınızdan çıkartmayın.
Onu düşünmekten öyle bir vazgeçin ki aklınıza geldiğinde mideniz bulansın.
Resimlerinin üzerine kusmak isteyin.
Yüzüne tükürmek isteyin.
Nefret edin ondan.
Bütün kininizi suratına çarpın.
Sanki hiç sevmemişsiniz gibi nefret edin.
Yüzünü bir şeytan görsün isteyin.
Allah’a yakın size uzak olsun.
Söylediği her şeyin yalan olduğunu hatırlayın! Sizin söylediklerinize de asla inanmadığını bilin!
Seni seviyorum dediğiniz halde bunun yalan olduğunu, sizin de yalancı olduğunuzu düşündüğünü aklınıza kazıyın.
Sizi asla hak etmediğini, hak etse şimdi yanınızda olacağını düşünün ve nefret edin ondan!
Sıkıyorsa edin!

Şimdi çekilebilirsiniz.

Kendimi Affettim


Bu gece kendimi affettim.

Herkesi kendimden daha çok affettiğim için,
Sürekli kendimi karşımdakinin yerine koyup kendimi unuttuğum için,
İçimden gelen her şeyi yalansız yaptığıma pişmanlık duyduğum için,
Kendi değerimi anlayamadığım için,
Sahip olduklarıma sahip çıkamadığımı sandığım için,
Başkalarını mutlu etmek istediğimden kendimi mutsuz ettiğim için,
Hep kendimi suçlu bulduğum için,
Adam yokluğunda adam olanları adam yerine koyduğum için,
Sevilmediğim yerde durduğum için,
Sevdiklerini sandığım için,
İnandığım için,
Güvendiğim için,
Aşka inancımı kaybettiğim için,
Sevdiğime pişman olduğum için,
Herkesi olduğu gibi kabul edip kendimi kabullenemediğim için,
Kendimi yok saydığım için,
Sahip olduklarımı fark edemediğim için,
Öptüğümde prense dönüşmeyen kurbağaların sihirli olmadığını değil de benim dudaklarımın yeteneksiz olduğunu düşündüğüm için,
Üzüntüden yiyemediğim yemekler için,
Stresten verdiğim kilolar için,
Yalnız hissedip aldığım ayakkabılar için,
İzlediğim iğrenç romantik komedi filmler için,
Unutamayacağımı zannettiğim aşklar için,
Mutsuzluğumu saçlarıma ödettiğim için,
Kendime olan bütün güvenimi kaybettiğim için,
Bir daha mutlu olamayacağımı düşündüğüm için,
Sevilmeyi hatırlayamadığım için,
Değersiz her şeye değer yüklediğim için,
İçimden gelenleri yapmamın gururumu incitmesine izin verdiğim için,
Bir daha sevemeyeceğimi düşündüğüm için
Ve bu güne kadar hiç kendimi affetmemiş olduğum için, 

Kendimi Affediyorum.

Saygılarımla.




2.12.13

Gittiğinden Beri İçim Hep Acılı Ezme



 

Gittiğinden beri ağzımın tadı çok bozuk. Seni her hatırladığımda içim acılı ezme gibi oluyor ve tadı damağıma geliyor. Çikolatanın bile tadını alamıyorum. Ne yediğimin bir önemi yok çünkü ne yersem yiyeyim o acılı ezme... Sabah uyandığımda ağzımda ekşi bir tat,  önce ne olduğunu anlamıyorum. Ardından aklıma sen koşuyorsun ve anlıyorum, mideme oturmuş acılı ezme!

Merak ediyorum senin de için buruşuyor mu aklına ben gelince? Yoksa içindeki kırışıklıkları açacak, ütü yapmayı bilen yeni birini mi buldun?

Ben henüz bulamadım.

Sen benden gittikten sonra ben de gittim bu şehirden. Kuş uçuşu çok tutmuyormuş buradan oralar. Fakat ben daha romantik olsun diye otobüsle terk ettim bu şehri. Düşünsene; otobüste kafasını yağmur damlalarının çarptığı cama yaslamış, kulağında kulaklıkla senin ona söylediğin şarkıyı dinleyen ve sana gelen bir kadın. Güçlü bir kadın. Çünkü senin dokunduğun sokaklara bakmaya geliyor. Oysa ki sen onun fotoğraflarına bile bakmaya korkarken, o sana doğru geliyor. Sen onun ağlayıp sızlandığını zannederken o gülümsüyor çünkü korkmuyor ama içi hep acılı ezme.

Sonra kocaman bir şehre geliyor minik bavuluyla küçük kadın. Derin denizin üzerinden geçen köprünün rengarenk ışıklarına bakıyor. “Sana geldim İstanbul, sarılalım mı?” diyor içinden. Çünkü o her gece bir adama sarlıyor fakat adamın hep arkası dönük. Yüzü yok adamın. Göremiyor. Belki de hiç görmemiş. Yine de sarılmak istiyor çünkü buna çok ihtiyacı var. O gece yine sıcacık yatağında, buz gibi duran adama sarılıyor ve kendi kendine fısıldıyor “aramayacağım”. İşte şimdi korkuyor. Kafasından geçenlere yaklaştıkça olabilecek her senaryodan korkuyor. Çünkü neresinden bakarsan bak bu romantik bir komedi ve komik duruma düşmekten nefret ediyor. Hayatına giren insanların sütten ağzı yandıktan sonra onu üfleyerek yemelerinden midesi bulanıyor. İşte yine o tat. Acılı ezme! Tekrar ediyor kendi kendine “aramayacağım.”

Hem zaten hayatında görmediği, dokunmadığı, bir adam. Tesadüfen tanışıp günlerce telefonda konuştu diye nasıl bu kadar önemli olabilir? Bu kadar ucuz mu sevmek? Bağlanmak? Ama aslında kendi de bunu itiraf edemese de en zoru böyle sevmek. Belki de en güzeli. Liseli gibi... Arabasının markasını bilmeden, cüzdanındaki kartları görmeden, arkadaşlarını tanımadan, hayatına dair hiç bir şeyi sevmeden, sadece “O” olduğu için sevmek. Lise koridorunda çarpışıp aşık olmak gibi... Gülüyor sonra kendi kendine, metreyi duvara yaslayıp O’nun boyu ne kadarmış diye baktığı geliyor aklına ve sessizce uyuyakalıyor.

Sabah uyandığında artık alışık olduğu bir halde, tebdili mekanda fakat ferahlık gelmemiş. Bütün gün alyans bakıyor, tek taş seçiyor, nişan tepsisi alıyor... Evlenecek olan en yakın arkadaşıyla şehri alt üst ediyorlar. Fakat şehrin altı üstünden daha güzel çünkü herkesin gördüğünün altında o seni arıyor. Yanından geçen her arabada sen varsın. Baktığı her evde sen oturuyorsun. Bilmiyor çünkü arabanın rengini de evinin yerini de...

Aşık olduğun işini görüyor gittiği yerlerin duvarlarında. Sen dokunmuşsun, sen yapmışsın. Tasarladığın her mekanda seni görüyor. Belki de senin daha önceden oturduğun bir koltuğa oturuyor. Hiç karşılıklı oturamayacağınız koltukta seninle kahve içiyor...

Akşam oluyor artık, yorulmuş her köşede seni görmekten. Biliyor çok içmezsin sen, o yüzden seni görmeyeceği küçük bir meyhaneye oturuyor, nefesini tutup rakısını yudumlarken kendisiyle konuşuyor “aramayacağım” ve kadehini karşısında oturan nişanlı çifte kaldırıyor. Şerefe.

Bir kadeh daha içiyor. “Aramalı mıyım?”

Bir kadeh daha... “Aramalıyım.”

Bu konu üzerine düşünmek istemiyor çünkü düşünürse içinden çıkamayacak. Telefonunu eline alıyor ve sana dair bildiği tek şey olan numaranı çeviriyor. Kalbi ağzında. Konuşamayacak. Elleri titriyor. Çalıyor. Açsa ne diyecek bilmiyor. Sadece arıyor. Çalıyor...

Telefona ne sen ne de sen gittikten sonra karşısına çıkan “kötü adam” cevap vermiyor.

Numarayı telefonundan siliyor. Sakince yanına bırakıyor.

O gece uzun süre sonra ilk defa tek başına uyuyor.

Yine daha romantik bir veda olsun diye otobüsüne biniyor. Başını cama yaslıyor. İçi hep acılı ezme.

Arabalara bakıyor içleri bomboş, evlerde kimse yaşamıyor ama köprü hala ışıl ışıl...

Arkasını dönüyor koca İstanbula küçük kadın, içindeki acılı ezme boğazdan kendini usulca sulara bırakırken.

Gidiyor o şehirden. Gidiyor senden.

Gözleri doluyor, bırakıyor yaşlar aksın gözünden ve yanaklarına dokunsun.

Saatler sonra kendi şehrine bakıyor, artık başka bir şarkı var kulaklarında.

“Günaydın sevgilim, ne güzel bir gün değil mi?”