Bu isteme mevzuatı çok acayip bir ortamda tezahür
edebiliyor. Hatta öyle enteresan ki insanı “tezahür” dedirtecek bir hale
sokuyor. Düşünsene bir babadan kızını istiyorsun, baya riskli bir hamle. O
yüzden öncesinde sen de biraz acı çekmeli, azaplı falan şeyler yaşamalısın.
Kolay büyütmediler seni! Evleneceksen önce zindanlarda çürüyeceksin!
Başta her şey oldukça nonik. Aşkı çiçek, böcek, güneş, BULUT
olarak rahatça yaşarken tek bir taş bütün akışı değiştiriveriyor. Yanında bir
miktar çiçek, biraz şarap, bir tatlı kaşığı da kalpli mumlar… Tata ta tam!
Flaşlar, alkışlar… Tabi burada önemli olan, hemen tek taşımızı instagramda
paylaşmak yoksa alkış gelmiyor.
Esas olay bu noktadan sonra başlıyor. “Baba; müsaitseniz
beni istemeye gelecekler” derken baya bir Türk filmi karakterine dönüşüyor
insan. Fark etmeden kirpiklerini fiti fiti falan yapıyorsun. Gülme de
gelebilir, sakin olmak lazım. Aile bireylerinin üzerine pöskürmek hoş değil,
sonuçta artık gelinlik kızsın. Burada cıvımadan, müsait bir yerde konudan inmek
çok önemli…
Ve en derin ve vahim olan soru o anda akıllara cereyan
ediyor. “Kimleri çağırmak lazım?”. Arkada korku filmi müziği hayal edebiliriz
burada. Onu çağırsan, öteki bozulacak,
berikini çağırsan “aaa yengemgilin kızları bile orada bizi çağırmadılar.” diyen
elbet çıkacak. “Gil” demeseler bide keşke diye düşüneceksin boş boş…
Arkadaş, bizim evin saloluna balık istifi yapsan 30 kişi
anca sığar zaten. Arkaya doğru ilerlersek belki önden 1 kişi daha biner. Mutlu
günümüzde herkesler yanımızda olsun tabi de, yerim dar bir kere gelinim ben! O
değil çağırdıkça da çağırası geliyor insanın… Neyse, eve sığacak kadar akrabayı
da yanımıza aldıktan sonra kıyafetiydi, etiydi, butuydu, komikli süsleriydi
derken zaman geçip gidiyor.
Sabah uyanıyorsun sonra, istenmek için oldukça müsait bir
gündesin. Damadın niyeti hala ciddi, çiçek çikolata falan yaptırıyor. Sen de
kuaförde her zaman yaptırıp güzel olduğun ama o gün sünnet çocuklarının
şapkasına benzeyecek olan saçını yaptırıyorsun. Özel gün makyajlarının hepsini
Bülent Ersoy’un makyözü yapıyor zaten o hiç sekmez. Panik yok.
Bu önemli günde, bana sorarsanız, yanınızda olması gereken
en mühim ve elim şey; birkaç kız arkadaş. Onlar sizi kulak memesi kıvamına
gelene kadar sakinleştiriyor. Gerçi o da kapı açılıp, damat içeri girene dek…
Babası falan da gelince zaten bir sarhoşluk durumu oluyor bunu çok önemsememek
lazım.
Eve tıkışıyor bir dolu mutlu insan. Ne mutlu ev… Herkes gülümsüyor.
Sen de çok sakinsin. Bir titreme, biraz yer kayması, biraz nefes darlığı falan…
Mühim şeyler değil yani…
Mutfakta bir curcuna hakim. Kahve mi pişiyor yoksa ensende
boza mı belli değil. Sevimli kahveler bir tepsiye konuyorlar pıt pıt ve “Yürü
ya kulum!” diyor bir ses. Tabi ki kahvelerden biri tuzlu… Damat zaten
heyecandan morarmış, biraz da üzerine tuz ekelim ki beynine hiç kan gitmesin!
Neyse, başlıyorsun yürümeye. Ayakta topuklular var çünkü bok
vardı! Sehpaların üzerinden uzun atlayıp, ilk sağdan yan döndükten sonra
veriyorsun kahveleri. Sakinsin, sadece titriyorsun o kadar. Sonra zaten damatla
makara başlıyor. “Ooo tuzlu mu? İç iç...” “Ay ne kadar komikli şaka” falan… Bir
yandan da insan ciddiye alıyor. “Bakalım benim için tuzlu kahveyi içecek mi?” “İçmedi,
zeki çocukmuş.” Kafa dolar kuru gibi bir yükseliyor bir düşüyor.
Ardından kulaklarda “kızınızı oğlumuza istiyoruz” repliği
çınlıyor. Ondan sonra film şeridi kopuyor. Yüzükler takılıyor, kurdeleniz
kesilip açılışınız yapılıyor ve şampanya, o zaman Dans, RENK!
Bitti, gitti.
Bütün kabir azabı bunun içinmiş işte diyorsun içinden. Sonra
da damada “Bir öp istersen” dedim ben. Siz ne dersiniz bilemem.
Bir de arayıp tebrik etmeyenler oluyor, onları da siz tebrik
edin. O zaman RENK!
-burcinimben-