Kadınlar sever diye yazdım, erkekler de sevdiceğim.

20.12.11

Beyinsiz Ruhlar

          İnsan aşık olunca ruhu bedeninden ayrılıyor ya, uçuyor böyle havalarda, ayakları yerden kesiliyor… Bir aptallık hali hakim oluyor, eblek hareketler içine giriyorsun. Beynin bedeninde kaldığından ötürü aslında bunların hepsi. Ruhun beyni olmadığından bir şapşallama hali hakim oluyor olaya.

           O'nu karşında gördüğün an kalbin çarpmaya başlıyor, o sırada ruh bedenden ayrılıyor. Sonrasında zaten elini kolunu koyacak yer bulamıyorsun, saçma cümleler kurarak, alakasız sorulara bambaşka cevaplar veriyorsun. Her şey bir işaret artık senin için, aynı anda birbirinizi aramanız, sen onu düşünürken onun seni araması, o seni aramayı düşünürken telefonunun çalması” bunların hepsi ilahi hayat eşi kanıtları. İlerleyen zamanlar da “aaa yine sövdüm adama bak arıyo, hissetti heralde” gibi kalıplara dönüşecek olan işaretler. 

         Velhasıl aşkın etkisi geçtikçe, ruh yeniden vücut buldukça, devreye yeniden beyinin girmesiyle işler karışıyor. Her gün yeniden aşık olabildiğiniz birini bulmadığınız sürece herşey sarpa sarabiliyor. “Yağrebbim ben de bunun nesini sevmişim?” durumları ortaya çıkıyor ya da mantık çerçevesinde, daha naturel bir sevgiyle devam edip gidiyor ilişki. 

          Yani, ruhun bedenden ayrılmadığı durumlarda oluşan mantık ilişkilerindense, beyni olmayan bir ruh olmayı tercih edenler her zaman daha mutlu olmuyor ama en azından kendini kandırmıyor.

Öyle Değil mi?

          Karşındakinin seni, senin istediğin gibi sevmiyor olması, seni sevmediği anlamına gelmez. Herkes başka şekilde sever çünkü, başka şekillerde belli eder sevdiğini. Bir adam, bir kadına durmadan vıcık vıcık romantik süprizler yapıyor ya da bir kadın sevgilisine durmadan seni seviyorum diyor diye dünyanın en büyük aşıkları onlar mı yani? Belki de susarak belli ediyordur başka biri sevdiğini, öyle çok susuyordur ki sen sevmiyor sanıyorsundur.
          Belli etmek gerekmez mi? tabiki gerekir, herkesin sevildiğini bilmeye hakkı ve ihtiyacı vardır. Ama illa megafonla sokaklarda ilan etmek gerekmez. Bir anda hediyelerle karşına çıkmıyor diye, seni diğer insanlardan daha çok düşünmediği anlamına gelmez. Önemli olan seni ne kadar çok sevdiğini bilmek değil midir? Hiç beklemediğin bir anda, kimse duymadan kulağına fısıldasa çok daha anlamlı değil midir sevmek?

Kafanız mı Güzel?

          Ben anlamıyorum bu evlenme hadisesini. Evlenmedim hiç ondan olabilir... Nedir yani? İlle de evlenmesi mi gerekir her insanın? Mantık evliliği ne kadar mantıksız bir şeydir mesela! 
İki kişi birbirine aşık olur ve evlenir, buna anlayış gösterebilirim. Velev ki sırf evlenmek için dünya evinin kapısını kıran insanları hiç anlamak istemiyorum. Kırdın kapıyı bir kere zaten! O kapıdan girsen ne olur ki? 


          Kızlar, her şey doğal sürecinde gelişsin istese de erkeklerin korkak tavrı nedeniyle oluşan durumlar, kadınların ille de evlenmek zorunda hissetmesi, evlilik de aşkı öldürüyor canım diyerek uzaklaşanlar... Herkesin bu evlenmek konusunda bir fikri mutlaka var. Hepinizin kafası güzel de ben mi az içtim? Herhangi bir fikre sahip olmamam enteresan sanırım. 
          Aşık olduğun insanla aynı yatakta uyumak, aynı hayatı yaşamak değil mi ki acaba evlenmek. Neden bu kadar dallanıp budaklanıyor ki? Çeyizler hazırlanıyor, gelinlik hayalleri, tek taşlar... 
Bence insanların amacı evlenmek falan değil, evlilik ritüelini yaşamak. 


          Kadınlara sorsan; neymiş? işinde başarılı olsun, iyi para kazansın, ailesi saygıdeğer olsun, tek taş alsın, romantik yapsın...Erkeklere sorsan, yemek yapsın, temizlik yapsın, höt diyim otursun zöt diyim kalksın... 
Amaç birbirimizi sevmek mi? Yoksa birbirimizi sevebilmek için nedenler bulmak mı? 
          
         Benim dedemle babaannem aşık olmuşlar, dedem düşmüş babaannemin peşine, kadın da demiş ki "niyetiniz ciddiyse beni babamdan isteyiniz." Bilmeye gerek yok kimsenin işini gücünü titrini zikrini, gözlerine bakınca gözlerin gülüyorsa, birlikte eğlenebiliyorsan, güveniyorsan, aynı yatakta senelerce uyanıp aynı yüzü görmek istiyorsan evlenirsin. Yok efendim kimseye de bunun gibi aşk klişelerini hissetmiyorsan da kalırsın evinde.
          
          Aslında kimse de evde kalmaz bence. Kavuşamaz belki, o yüzden evindedir sadece...

19.12.11

Histerik



           Nefes aldıkça yalnızlık doldu bugün içime, genzimi yaktı, mideme oturdu ve sordu “neden?” Çünkülerimi aradım önce, bulamadım. Bulamadığım cevaplarım yüzünden değişik şekillerde katletmek istediğim duygularım var.

          Neşemi koydum önüme, ardında kalayımda kimse yağmurla konuştuğumu görmesin diye… Yağmurun altında akıp gitsin istediğim gözyaşlarım var.

          Yalanlarla konuştum saatlerce, kendime palavralar attım ve yine hepsine kendim inandım. O kadar çok inandım ki, gerçekler neydi hiçbir zaman hatırlamamak üzere, kendi doğrularımdan uzaklaştım Üzülmemek için kendime söylemediğim gerçeklerim var.

          Hiçbir zaman geriye dönüp bakmak istemedim, hep sildim hatıraları, yok ettim. Her yeni güne midemdeki acıyla uyansam da bir gün geçeceğini düşünerek devam ettim. Ama artık benimle yaşamasını istemediğim hatıralarım var.

          Aşık olmak istedim, inanmak istedim beyaz atı olan prenslere. Birden hayatına girip onu tamamen değiştiren, sadece “seni” sevebilen ve sadece senin “onu” sevebileceğin aşkların varlığına inanarak yaşadım yıllarca. Ama artık beyaz atını da alıp gitsin istediğim prenslerim var.

          Giderken kalmak istedim hep, kalırken de gitmek. Bulunduğum yerden memnun olmayı bir türlü öğrenemedim. Gitsem de kalsam da mutlu olmak istediğim yerler var.

          O kadar çok şey söylemek istiyorum ki bazı insanlara, karşımda dursalar ben saatlerce anlatsam. Beni anlamayacaklarını bilsem de söylemek isteyip de söylemediğim cümlelerim var.



Kaplumbağa Kabuğunda Saklıdır

           Kapıdan içeriye girmemle değişmedi her şey, biraz zaman aldı. Normal görünen görüntülerin bir anda kafamda geri dönüşler yaşatmaya başlamasıyla değişti ruhum. Heyecanlandım. Kaybettiğimi sandığım hislerimi fark ettim içimde. Konuşmaya başladım neşeyle, güldüm gerçekten, içten. Eskiden durmadan güldüğümü hatırladım. Karnıma kramplar girene kadar gülerdim, ne kadar uzun zaman olmuş içten gülmeyeli. O kadar içten sarıldım ki, aynı ben gibiydi. Sanki geri gelmiştim, gittiğim çok uzak yerlerden geri dönmenin heyecanı. Gerçekten birine şımarmayalı ne kadar uzun zaman olmuş. Aylardır aynaya baktığımda hiçbir şey görmüyormuşum aslında. Bakmam gereken kendi yüzüm değil, başkalarının yüzüymüş aslında. Onlar beni, ne kadar da güzel tanımışlar, ne kadar da içten sevmişler. Kendini hatırlamak için bazen, kendi içinde bile göremediklerini, mutlu olduğun yerin havasını soluyarak görebiliyormuşsun. Uyanmak gibi, hep uyanık kalmak istemek gibi… Baktığın her yerde bir şeyler hatırlayıp da boğulmak yerine, kahkahalarını hatırlamak gibi…

          İnsanın başına gelebilecek en korkunç şeylerden biri kendisini özlemesiymiş. Kaplumbağa gibi kabuğuna saklanmış olduğunu fark etmeden yaşıyor olmak ve sonunda bunu anlamak. Ama en azından anlamış olmak bile belki de hala bir şeyleri değiştirebileceğine işarettir. Kendinden o kadar uzağa fırlatıyor ki insan bazen kendini, düştüğü yerden göremiyor suratındaki çirkin ifadeyi. Ne kadar özlemişim beni, bu gece yeniden karşılaştık, keşke hep benimle kalsa dedim. Keşke hep yanımda olsa yeniden…

16.12.11

On Bin Yüz Milyon Yılda Bir Görülen Kuyruklu Yıldız Olmak İstedim


          Her ipin bir ucu var zannetmenle başlıyor aslında her şey. Nerdeyse dünyaya gelme nedenine düğümlüyorsun elindeki dandik ipuçlarını, gözünün üstünde onun yüzünden kaşın var zannediyorsun. Ama aradığınız dünyaya henüz ulaşılamıyor. Onun dünyası tamamıyla saftirik bir şekilde dönerken, senin uydusu olman bir şey ifade etmiyor. On bin yüz milyon yılda bir görülen kuyruklu yıldız olduğunu düşünmüyor, senin defolu beyninle zannettiğin gibi.

                Sonuç olarak bunu anladığında, üretim hatasından kaynaklanan duygu pötürcüğü olmuş “kadın” beynini aldığımız yere iade edemiyoruz. Zaten kendimizi düzgünce ifade de edemiyoruz… Bu nokta da kaybolmak istiyoruz ama ben var olmayı seçiyorum, sadece seçiyorum...

15.12.11

?

Bu nasıl bir hayat tarzı, nasıl bir bohem ben anlayamıyorum. Bütün hayatım bir şeyler yapmaya çalışmakla geçiyor ama hiç bir şey yapmıyorum aslında! Şimdi şöyle basit bir şekilde düşünelim;
Normal bir insanın günde 3 kez yemek yediğini var sayarsak, 1'er saatten 3 saat
Duşa girse, saçını kurutsa yarım saat
Makyaj yapsa ya da tıraş olsa, giyindi hazırlandı yarım saat daha
4 saat etti
Minimum 6 saatte uyusa toplamda10 saat eder
8 saatte çalışsa 18!
24-18=6 saat

Peki ben o 6 saati neden hiç görmüyorum?!

Aklımı Kaybediyorum Galiba,ya da Yeni Buluyorum…

          
          Sevmiyorum bu gece yağmuru… Ben altında ıslanamadıktan sonra yağmasın, hiçbir şeyin uzağında yaşamak istemiyorum artık. Kendi baktığım penceremden, kendi şarkımı söylerken ne kadar yalnızsam, yakınında da yalnızım her şeyin… Sevmiyorum bu gece gökyüzünü, bulutlar kaplamış üstünü göremiyorum yıldızları. Ay kadar uzak her şey, yağmur kadar yakın ama ben hissedemiyorum hiçbirini… Sevmiyorum bu gece penceremi, en yakınımda ama her şeyin önünde durduğu için…

         Bu gece yorgunum, bu gece yalnızım. Hayattan gelen seslere uzak, içimden gelen çığlıklara o kadar yakınım ki korkuyorum. Kendimden korkuyorum, kendi düşüncelerimden… Söylemek istediklerimden uzak azımdan çıkan kelimeler ama düşündüklerime yakın. Neden yaşayamıyorum hayatımı istediğim kelimelerle? Neden söylemek istediklerini dile getirdiğinde daha yalnız hissediyor insan kendini?

          Bavulum bomboş bu gece, vazgeçtim gitmekten. Gideceksem de bavulum olmadan gitmeliyim artık her yere. Sadece ben gitmeliyim yalnızlığımı almadan… Şehre en uzak evde, en yakın eve bile çok uzak bir yerde bırakmalıyım düşüncelerimi ve geri dönmeliyim yalnızlığıma.

          Sevmiyorum bu gece yağmuru, dokunamıyorum çünkü damlalarına. Üstüme yağsın istiyorum ben giderken ama gidemiyorum. Gitmek istemiyorum. Kendi deliliğimle kalakaldığım bu yerden çıkmak istemiyorum. Kafamın içindeki çığlıklardan başka türlü kurtulamayacağımı bilsem de, burada güvende hissediyorum sanki… Artık bir yerde durup dinlenmek istiyorum, düşüncelerimden uzaklaşabilmek için gidip onları bir yere hapsetmeye çalışmak istemiyorum. Oturup ağladığım yol ayrımlarından beni sürükleyerek kurtaran fırtınanın ardından kendimi hiç yol olmayan bir yerde bulmuş olmaktan korkuyorum.

Aklımı kaybediyorum galiba, ya da yeni buluyorum…




14.12.11

Kafamdaki Börtü Böcek



           Nereden geldiğini bilmediğim böcekler var odamda dolaşıp duruyorlar. Kim bilir belki de kaybolmuşlardır. Ben bizzat başkasının odasına uçarak girmiş olsam kesin kaybolmuş olmam gerekir… Kayıp bir böcek olmak hayattaki en kötü şey olabilir aslında. Hem zaten böceksin bide kaybolmuşsun üstelik kimsede pek misafirperver değil. Ellerinde bilimum terlik, gazete seni kovmaya çalışıyorlar.Gerçi olayın bu kısmı en eğlenceli yanı da olabilir. Kocaman adam peşinde çocuk gibi koşuyo ama sen ondan hızlısın, uçabiliyosun bi kere… Ama gene de duvara resim olmaman için çok az bir zamanın var. Hayatın bir Cılk sesine bağlı. 

           Bide girdiğin yerden çıkabilmeyi becerebilirsen her şey çok daha keyifli olabilir. Özellikle dolmuşlarda kapılarda kapandı mı, cam nedir bilmeyen aptal böcekler yapışıp kalır sanki zorlayınca çıkabilecekmiş gibi…

          Hatice vardı bizim, yazlıkta tavanda kendisi… Hala bakar bakar gururlanırım bir vuruşta Vıck! Aslında insan üzülüyor gene de, zaten bit kadar bir şey ama sen onu öldürmezsen o seni sabaha kadar yicek bitircek…

          İnsanın kafasındaki böceklerde böyle işte, uçarak girer kafana sora girdiği yeri unutur çıkamaz. Zorladıkça saçmalar, en sonunda da bir yere vıck diye yapışır. Sonrada bizim Hatice gibi bakar bakar hatırlarsın… Çok lazımmış gibi…

Kız Penguen Aslında Çocuğa Niyetliydi ama Neden Hayır Dedi?

La Marche de L’Empereur” belgeselini izleyene kadar penguenlerin insanlardan daha güzel aşık olduklarını bilmiyordum. O kadar güzel seviyorlardı ki birbirlerini, kutsal kız duygusallığıyla gözlerim bile doldu. Ama beni etkileyen süpersonic sevişme sahnelerinden çok herkes eşini bulmuşken yalnız kalmış bir penguen oldu. Bütün penguenler eşiyle koklaşırken o, kalabalığın arasından çıkıp uzaklara gidiyordu. Öyle paytak paytak yürürken birde kayıp düşünce, bütün yaylarım gevşedi. Neden reddedilmişti ki sanki? Kız penguen aslında bizim çocuğa niyetliyken neden hayır demişti?

            Aklından geçenleri bilemem ama birçok nedeni olabilir bir kız penguenin hayır cevabı vermesinin. İlgi manyağı olabilir mesela, bütün erkek penguenler benimle ilgilensin, hiç ilgi üzerimden eksik olmasın ama hepsine hayır diyeyim. Birine evet derse diğerlerini kaybeder çükü. Sevmiyordur da aslında, ilgi gösterilmesi hoşuna gidiyordur, kaybetmemek için ne hayır diyordur ne de evet. Ya da yeterince zengin değildir bizim çocuk, kızağı yoktur, buz dağı yoktur ne bileyim yoktur olması gereken bir şeyleri işte. Fazla romantiktir, çok öküzdür, az kıskanıyordur, çok karışıyordur… Kız penguene aile baskısı da yapılıyor olabilir tabi. Kızın gönlü vardır da babası istemiyordur belki.

            Bir kız penguen bir erkek penguene meyledip sonrada “hayır” diyorsa saçma sapan bir açıklaması mutlaka vardır. Ama bence en önemli sebebi, erkeğin hiç sormamış olmasıdır. 

La Marche de L’Empereur” : http://www.youtube.com/watch?v=ZvGqhI5xxk8

13.12.11

Cibiliyetsiz Salı

Salı günlerini çok cibiliyetsiz buluyorum. Pazartesinin sendromu var, Çarşamba hafta ortası, Perşembe Cumadan bi önceki gün, Cuma zaten Cuma, Cumartesi güzel, Pazar yatış... Salı ne? hiç bir özelliği yok işte... öyle cibiliyetsiz bence...

12.12.11

Çıkmak-mış gibi

            Çıkma teklifi diye bir şey vardı eskiden, erkek bir kızdan hoşlanırsa gider çıkma teklifi ederdi, kız da kabul ederdi ya da etmezdi. Her şey bu kadar basitken birden nereye kayboldu bu çıkmak? Ben bunu yıllar boyunca “birlikte okulun merdivenlerini çıkmak” zannetsem de, yaş kemale erince anladım ki Türk filmlerindeki “biz sevişiyoruz” repliğinin çağ atlamasıymış bu “çıkmak”.

           Çıkmak; ilkokulda aynı sırada oturmak, ortaokulda elini tutmak, lisede cafelerde buluşmak, bir sonraki şarkının “o”ndan sana geldiği aşklardı… Sonra birden yok oldu “çıkmak”. Biz sevişiyoruzla sadece arkadaşız arasında kayboldu gitti… Büyüdükçe kolaylaşması gereken sevgililik müessesesi her gün daha da büyük bir çıkmaza girdi.

            Korkar olduk çıkmaktan, kaçar olduk sevmekten, yorulduk acı çekmekten. Şuurumuzu yolda bıraktık, yeni bir kelime uydurduk “takılmak”. Sorumluluk yok, sorun yok, soru yok. Başkalarından kaçardık zaten ama artık kendimizden de kaçar olduk. Evde yemek yapmak yerine dışarıdan hazır söyler olduk. Her şey “fast” her şey “food” oldu. O kadar hızla tükettik ki sahip olduklarımızı, korktuk artık çıkma teklifi almaktan, çıkma teklifi etmekten, ciddiyetten, yükümlülükten. Oysa ne kadar basitti her şey, erkek severse söylerdi, yoksa çekip giderdi…

            Şimdiyse işler değişik, severken sevmez gibi yapanlar, nefret ederken aşık gibi davrananlar, ortalıkta Romeo’lar Juliette’ler fink atar oldu. İki güne bir duygular değişti, yaşananlar basitleşti, yani özetle bizim nesil bir çuval inciri berbat etti. Sevgili olmayalım ama öyleymiş gibi davranalım, birbirimize aşık olmayalım ama öyleymiş gibi yaşayalım. Her yerde –mış gibiler –miş gibiler doldu. 

            Yaşadıklarımızın hangisi gerçek, hangisi değil çözemez olduk. Erkek dediğin seviyorsa gider alır, kadın dediğin aşıksa peşini bırakmazdı benim bildiğim. Başkalarına aşık insanlar, birbirlerine aşık-mış gibi davranmazlardı benim bildiğim, benim bildiğim çıkma tekliflerine ne oldu?

            Ne olduğunu bilmediğiniz, herkesin birbirinin kaidesi olduğu, kimsenin birinin istisnası olmak istemediği, ilişkinin ciddiyetini facebook status’üyle değerlendirdiğiniz, birbirinizin hislerini twitter’dan takip ettiğiniz, her sabah “biz neyiz” sorusuyla uyandığınız ilişkileriniz sizin olsun. Ben hikayemi istiyorum, bana çıkma teklifi ediniz

11.12.11

Meraba ben Burcu

            Merhaba ben burcu derken sesindeki kırıtmayı sende duydun mu? Evet o ses tonunu bilerek çıkarmasanda bazen çıkıveriyo işte… işte tamda o anda başlıyo aslında her şey!  Demek ki karşımızdaki genç delikanlıdan farkında bile olmasak da bi “elektrik” alma durumu oluşmuş ve hatun kişi  kırıtmaya başlamış bile… Karşıdan da tatlı bir sırıtma gelicektir kesin çünkü memnun olucaklar tanıştıklarına. O saniye itibariyle boka batmış durumdayız aslında ama bunu daha sonra anlıycaz sindirerek.
            
            Şimdi bu noktadan sonra değişik durumlar mevcut; delikanlı arkadaş da bizden hoşlandıysa o zaman kırıtmalar sırıtmalar diz boyu devam eder, önce facebooktan eklenir kişi sonra bir bahaneyle telefona geçilir ordan da iş pişirilir… Ne kadar sürer ne kadar sürmez bilinmez kimi zaman sürer gider kimi zamansa hatun kişi “ayh yok ya baksana yemek yerken azını şapırdatıyoo” “çok kırooo” “beni hiç anlamıyo” der yada er kişi “ben ciddi ilişki adamı değilim” “ sen bana fazlasın” yok efendım “takılalım yaw ilişkiye ne gerek var” “ eski sevgilimide unutamadım” der ve oracıkda bitiverir her şey… Olaya noktayı koymamış olan kişi acılar içinde kıvranabilir, depresyondan depresyona ya da başka sevgililere koşabilir. Sonuç olarak ızdırap verici olabilir ama herkes gibi o da unutulacaktır… Esas tehlike erkeğin takılalım yawww tavrına karşılık vermektir. Hatun kişide oluşan “aman canım bende sevgilim olsun diye ölmüyorum zaten böle de mutluyum ben o yalvarsın bana heheeey” tavıdır… Çünkü her geçen gün daha çok bilenen kadın daha da tehlikeli ve daha da gözyaşı dolu günler geçirir… Kanayan yara kurutulup  kabuğun düşmesi beklenmesi suretiyle bu işte son bulur…
           
            Bir de o sırıtış dolu tanışmadan sonra farkında olmadan hergün daha çok bağlanılan ama karşı tarafın nanik yaptığı durumlar mevcuttur. Farkında olmadan hergün daha çok ağzına yapışır adı sakız gibi. Beklemeklidir insan bişeyler olsun diye… Bekler bekler bişey olmaz ama bu bekleme süreci içinde sürekli onu düşünmekten artık bağlanmıştır. Bu duruma da literatürde platonik denir. Sonucunda da beklemekten sıkılan kişi “yeter ulan benle bıdı bıdı” der ve yoluna devam eder ya da karşıdaki arkadaşımızda hislenir ve ilk senaryoya yakın durumlar meydana gelir. Çok mutlu olunabilir çok mutsuz olunabilir kısmettir artık…
            
            Tanışmadan sonra iki tarafında bişey hissetmediği durumlarda “kanka” olunur “kankalık derecesi” arttıkça tarafalar yakınlaşabilir sadece bi taraf yakınlaşabilir yada kardeş kardeş devam edilebilir. Yani buradan da kesin bir mutlu sona ulaşılmaz.
             Karşı tarafın sevgilisi olduğu durumlar vardır zaten onlara hiç bulaşılmaz...

            Velhasıl sonuca gelicek olursak buna benzer bitakım bisürü durumlar oluşabilir ama genel olarak boka batıcağımız bir organizasyon için riske girmeye gerek yoktur. Sevgili bile olsak kavga edicezdir üzülücezdir. Mutlu olan yok mudur? Vardır! Ama büyük ihtimalle biz o istisnalardan dilizdir…  Zaten aşk diye bişey yoktur YATIN UYUYUN!