Kadınlar sever diye yazdım, erkekler de sevdiceğim.

6.12.12

Ben Konuşurken Araya Girme Diye Ağzına Yumruk Atmak İstedim


Kimi hikayeler bitmezler.
Henüz yaşanması gerekenler başınıza gelmemiş, söylenecek sözler ağızdan çıkmamış, bir hikaye başlamış fakat olması gerekenler henüz olamamıştır. İnsan hisseder yarım kaldığını fakat herkes bilmelidir ki; söyleyecekleriniz bitmeden gidenler her zaman geri gelirler…
İlk karşılaşmada anlarsın bir hikayeniz olduğunu. Nasıl bir sonla biteceğini kestiremezsin ama bilirsin, ikinizin paylaşacakları bu kadar değildir. Bakışları her şeyi anlatır zaten, konuşmanıza gerek yoktur, telefon numaralarınızı almanıza gerek yoktur... Gözlerinin içine bakışından anlarsın, o seni bulacaktır ve hikayenizi yazacaktır.
Yazacaktır; ama bu yarım bırakmayacağı anlamına gelmez…
Onu tamamen unuttuğun bir gün, bulacaktır seni. Sanki yıllardır sohbet ediyormuş havasında konuşacaktır. Rahat, içten, açıktan yazmalı! Çok neşelidir konuşma, iki tarafta çok tatlıdır. Buluşmaya karar verilir falan…
Parıl parıl parlayan bir kutudur karşınızdaki, o kadar güzel parlıyordur ki içini açıp bakmak istersin. Bütün buluşma boyunca ben diyeyim Romeo, siz deyin Juliette, efendime söyleyeyim bir büyü, binlerce kelebek midede…
Sonunda naçiz kalbin dayanamaz kutunun ışıltısına ve açıp içinde ne olduğunu görmeye karar verirsin. Fakat o kadar güzel parlıyordur ki kutu, içinde ne olduğunu göremeden elini içine daldırıverirsin ve o anda canın yanar. O kadar çok acıtır ki elini, fırlatıp atarsın… Geriye dönüp baktığında ise artık parlamıyordur.
Bilirsin, bu hikaye burada bitmemiştir çünkü henüz senin söyleyeceklerin, artık parlamıyor olsa da, onun kalbindeki yerini almamıştır.
Şaşkınsındır, üzgünsündür çünkü aldatılmış ve kandırılmışsındır. Söyleyeceklerinin bitmiş olmasına imkan yok. Hatta sen konuşurken araya girmemesi için öncesinde ağzının ortasına güzel bir yumruk yerleştirmek istersin. Aynı zamanda kendine de sinirlisindir çünkü parlaklığına kapılıp o kutuyu açmamalıydın! Her gördüğün sakallıyı deden, her ışıldayan bakışı aşk zannetmemeliydin!
Velhasıl bir süre düşündükten sora, aslında kutunun parlamasının nedeninin kendisini birinin açması ve onu yaralamak istemesi olduğunu anlarsın. Gerçekte parlamıyordur yani, sadece sen istediğin için ışık saçıyordur ve artık sen istemediğine göre parlamasına imkan yoktur. O yeniden gelip sadece senin için parladığını iddia edecek olsa da artık senin için ışıkları söndürüp uyuma vakti gelmiştir.
Bitmediğini bilsen de bu hikayenin, kendin yazmamalısın devamını…
Çünkü aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, söyleyeceklerin bitmeden gidenler hep geri gelirler…
Sen varlığını bile unuttuğun bir anda yeniden karşına çıkar. Artık parlamıyordur. Bütün gerçekliğini görürsün suretinin. O sadece “bir limon ağacının altında 1 saat” istiyordur senden. Kendini anlatabilmek, neden gittiğini söyleyebilmek, affedilmek, yeniden başlayabilmek için.
Herkes ikinci bir şansı hak etmez fakat söyleyeceklerin biterse bu hikaye hak ettiği gibi son bulabilir.
O’nun da istediği gibi “bir limon ağacının altında 1 saat.”
Yeniden parlamasına izin vermemelisin, gözlerinin içinden yüreğine akıp midendeki kelebekleri uyandırmasına izin vermemelisin. Sadece söylediklerini dinliyormuş gibi yapıp, yavaşça kafanı iki yana sallayıp “artık seni istemiyorum!” demek yeterlidir. Tam olarak yapmak istediğin buyken, “Sana ne hayır diyorum, ne de evet fakat bunun nedeni gerçekten düşünecek olmam olabileceği gibi sırf seni bekletip daha çok üzmek de olabilir.” Diyebilirsin hatta demişsindir bile…
Yine açıkta kalmış bir kapı cereyan eder yüreğine. Arkanı dönüp bir baksan parıldayacak… Bakmadan gidersin. Bilirsin, bu hikaye daha bitmedi. Gerçekten seviyorsa yeniden gelecek…
Amma velakin sen “geri gelsin istiyor muyum?” diye düşünürken o yine başkasına gidecek…
Bitsin istersin bazen hikayeler fakat bitmez. Sinsidir çünkü bazı hikayeler, yazılmaya devam etmek için senin O’nu unutmanı beklerler.
Neden bilinmez, söylemediklerimiz hep kazanırlar. Söylenirler elbet…
Çünkü geri gelir her zaman duyacakları bitmeyenler.
Bir gün uyanırsın, rutin hayatına devam ederken karşındadır. Her şey aslında tamamen Türk filmi klişesidir. Belki çalıştığın fabrikanın hisselerini satın almış, ofisinden sana bakıyordur belki de bindiğin taksiye diğer kapısından atlamıştır. Nasıl olduğunun bir önemi yoktur yine yeni yeniden tam karşında duruyordur. Küstahça! Hiç bir şey olmamış, belki de hiç tanışmamışsınız gibi konuşuyordur. Bağırırsın, bağırırsın, çığlık çığlığa bağırırsın… Duyduğu kadarı önemlidir bağırdıklarının çünkü istediğin kadar bağır kimse sustuklarını duyamaz.
Parlamak istiyordur yine.
Neden dileğin gerçek olmayacaksa mumları yakasın ki? Neden parlamasına izin vereceksin ki?
Yine başlar bir açıktan yazış, ben diyeyim Romeo, siz deyin Juliette, efendime söyleyeyim kelebekler ölmüş…
Güvenmek istersin, güvenemezsin, tam güvenecekken o yine başkasına gider…
Yani; tam unuttum dersin karşına çıkar ve yine gider…
Derdi nedir anlayamazsın, ne istiyor senden bilemezsin. Yeterince uslu olursam mı görebileceğim onu tekrar? Yoksa yaramazlık yapmazsam yılbaşında bacadan mı gelecek geri? Sadece sana diktiği bakışlarını da alıp hayatından çıkıp gitmesini istersin. Bir daha dönmemek üzere…
Artık söylenecek tek bir şey kalmıştır geriye. Geri gelmesi içinse tek bir sebep… Geri gelecektir bilirsin çünkü senden duyacakları, seninle yaşamak istedikleri gibi bitmemiştir. O zaman yeniden gelip çattığındaysa senin tek yapman gereken, O’nun yüzsüzlüğünün yüzü olmadan, başını önce sağa ve ardından sola sallayıp “bitti” demektir.
Bitti.

19.11.12

Marilyn Beni Affet


Marilyn, Beni Affet

Erkekler Marilyn’i sever fakat Norma onlara aşık olsun istemezlerdi…

 Hayatı boyunca yaşadığı bütün trajedilere karşı aşkla savaşmış, dünyanın en seksi kadını; Marilyn Monroe. Fakat en güzel yanı, hiç unutmadığı ve hep içinde yaşattığı gerçeği Norma Jeane…
Babasının kim olduğunu bile bilmeden geldiği bu dünyada, kocasına “baba” diye seslenen kadın. Henüz küçücük bir çocukken anneannesinin yastıkla boğmaya çalıştığı, annesinin komşuya bıraktığı bebek. Hep sahip olmak istese de karnında taşıyamadığı çocuklarının annesi, bütün hayatını ailesindekiler gibi delirmemek için çabalayarak geçiren bir star; Marilyn…

Bütün yaşadıklarına rağmen aşkla nefes alan bir yıldız…

“Kimseyi kandırmadım. Ama insanların kendilerini kandırmalarına izin verdim. Hiç biri benim kim ya da ne olduğumla ilgilenmedi. Bunun yerine benim için bir karakter yaratmayı tercih ettiler. Onlarla elbette tartışmayacaktım. Çünkü nasılsa olmadığım birine aşıklardı…”

Norma için Marilyn; sadece dönüşmüş olduğu bir Hollywood yıldızıydı ve erkekler hep Marilyn’i arzulardı fakat Norma onlara aşık olsun istemezlerdi. Çünkü Norma Jeane, yaşadığı acı hayatın üstesinden gelmeye çalışan, genlerinden dolayı delireceğini düşünen ve çok fazla yara almış asıl gerçeklikti. Marilyn’inin gülüşünün arkasına saklanan asıl gerçekti o… Aşık olduğu adamlarsa bu gerçeklikle yaşayamayacaklardı çünkü Norma çaresizdi. Fakat hiçbir zaman vazgeçmedi, hep yeniden aşık oldu…

Nefes Alıyorum Öyleyse Aşığım

Çocukluğunda yaşadığı sevgiden uzak hayatından dolayı belki, Marilyn hayatı boyunca sevgiye ve ilgiye açlık çekmiş. Nefes alma nedeni olmuş aşk. Bir türlü tutunamadığı hayata aşkla bağlanmak istemiştir belki de…
Dünya üzerindeki bütün ışıkların sana dönük olduğu bir hayat, bol para, mükemmel bir kariyer… Herkesin sahip olmak isteyeceği her şeye sahipti belki de…

Saatlerce yaptığı güzellik banyoları, cilt bakımları, yatarken üzerine giydiği Channel No:5 parfümü bile mutlu etmeye yetmedi onu. Çünkü onun istediği tek şey aşktı ve onu bulsa da hep bir yerlerde kaybediyordu.

Ne aşkını ne de aklını koruyabildi Marilyn.

Ölümüyle ilgili bir sürü senaryo olmasına rağmen, önemli olan nasıl öldüğü değil neden öldüğüydü aslında. Onu ölüme götüren şey, ne bir komplo, ne de onlarca ilaçtı… Bir şehri terk ettiğinizde onu bir trenle geride bırakmanız değildir önemli olan. Asıl olan o şehri neden terk ettiğinizdir ya da terk etmek zorunda kaldığınız. O’na bu dünyayı terk ettiren ise içindeki büyük aşktı.

Marilyn, her kadın aslında... Her kadının olmayı istediği ama olamadığı gerçeklik…

 Saf ve gerçek hislerini yaşayabilen, kadere boyun eğmeyen, istediğini elde etmek için savaşan bir kadın. Hayatın getirdiği koşullandırmalara yenilmeden aşka aşık bir kadın…

Şimdi yaşasaydı Marilyn, on sekizinde olsaydı 2012de, sevdiği adamın arabası yok diye vazgeçer miydi aşkından? “Sevgilim var” dediği zaman “ne iş yapıyor?” diyenlere “bilmiyorum” derdi bence… Çünkü o karşısındaki adama aşık olurdu, işine ya da arabasına değil.

Bu kadar aşka aşık bir kadının, ilk evliliğini yetimhaneye gitmemek için yapması ne kadar da acımasız.

“Şöhret harikadır ama soğuk bir gecede ona sarılamazsınız.”

Hayattan tek beklentisi sevdiği adama sarılıp uyumak olsa da insanın, bazen olmuyor işte. Ne kadar çok istersen o kadar olmuyor. Belki de bu yüzdendir ki Marlyn etrafında ona ilgi gösteren erkeklere karşı koyamadı… O kadar muhtaç oluyor ki insan bazen sevilmeye, o da sadece sevilmek istedi…

Gerçekten aşık olduğunda ise durum pek de düşündüğü gibi değildi.

Amerikan başkanına aşık bir Marilyn Monroe! Evli bir adam için hayatından vazgeçmek isteyecek bir Norma Jeane. Bütün dünyanın gözleri ve karısının yanında erkeğine “iyi ki doğdun” şarkısı söyleyip ortalıktan kaybolan bir yıldız.

Kim ister ki Marilyn olmak? Dünyanın en güzel ve seksi kadını olup, her erkeğin hayallerini süslerken bir yandan da Hollywood’un en önemli kadını olmak… Kim ister ki bu şaşaanın içinde bu kadar yalnız olmak?

O, sete gitmek yerine süt banyosu yapmayı tercih ederdi…

“İhtiyarlamadan önce yaşamak zorundayız. Çünkü pişmanlık duymak en az korkmak kadar aptalca…”

Yaşadı da Marilyn, yeterince olmasa da…

Bizim hep yaşamak istediğimiz ama yaşayamadığımız her şeyi kısacık bir zamanda yaşamış aslında. İçimizdeki kontrol ettiğimiz “diğer” yanımızı doya doya yaşamış yıllarca…

Bütün dünya ona bakarken, o gözlerini yumup canı ne istiyorsa onu yaşamış. Kim ne der diye düşünmeden. Biz küçücük dünyamızda “komşular ne der?” diye en büyük aşkımızı içimize atarken Marilyn bütün dünyaya haykırmış.

İşte bu yüzden belki de, delirmiş ya da deli olduğunu düşünmüşler…

O ölürken bile yaşamayı sevdiği için ölmüş.

Marilyn bizi affet!

Biz sadece ölmemek için yaşıyoruz.

24.9.12

Aşık Olursam Domates Soyarım


          Aşık olmayınca çok sıkılıyorum. Böyle her şey anlamsızlaşıveriyor. Giyinmem için, makyaj yapmam için ne bileyim uyanmam için bile bir nedenim yokmuş gibi oluyor. Kimin için ne için yani? diye düşünmeye başlıyorum… Sonra da diyorum ki; bu hayatta en önemli şey sensin ve bunları kendin için yapmalısın! Ve ardından yine çok sıkılıyorum…

          Yemek yapmak bile birine yaparken güzel bence. Domatesi o seviyor diye soymak mesela… Tek başıma yemek yemekten de keyif almadığım için zayıfladım sanırım bu aralar… Sonuçta aşk acısı çekmek bile bir eylem insan hayatında. O bile yoksa baya amaçsız görünüyor bana her şey.

          Normal şartlarda bir saatte hazırlanan ben, aşık olduğum adamla buluşacaksam on beş dakika içinde bile hazırlanabiliyorum. Rimelini sürerken ellerin titrer ya heyecandan… Öyle hazırlanmak güzel işte bence…

          Ne bileyim belki de aramaması bile eğlenceli. Stres içinde bütün gün gözün telefona yapışır da artık umudu kesip iki rekat uyuyayım dediğinde arar da duymazsın ya… Uyandığında görürsün aramış olduğunu ve suratına gerzekçe bir gülümseme yerleşir. Bir de içinden “oh iyi ki uyumuşum bak hemen cevap vermiş olmadım…” diye böbürlenirsin. Öyle uyanmak güzel işte bence…

          Seni saçma sapan bir yere sürüklemesi bile komik bazen. Hiç olmak istemediğin bir yerdeyken seninle daha çok ilgilenmek zorunda kalması, etinden sütünden yararlanılacak bir durum. Gitmeden önce de “domates” dediğimde kalkalım demişsen ve arada bir kulağına “domates?” diyorsa. Değmeyin keyfime… Öyle sıkılmak güzel bence…

          O’nun nerede olduğunu bilmeden çıktığın gecelerde karşılaşmak… Karşılaşmasan da evden çıkarken yaşadığın görebilme umudu…  İşte bunlar değil mi hayatı yaşanır kılan?

          Her daim aşık olmalı insan, aşık olmazsan nasıl mutlu olabilirsin ki sadece gelen bir mesajla?

          Seni aradığında; telefonu kapattıktan sonra aramasına sevinmediğin, aramadığı zamanlarda “ulan bak aramadı” diye düşündüğün zamanlarda ne düşüneceksin ki yoksa? Domates mi?

          Velhasıl-ı kelam ben aşık olunca domatesler daha güzel ama aşık olmadığım zamanlar çok sıkılıyorum…




18.9.12

İşte Bunlar Hep Sek!


          Nerede başlar aşk? Gözlerde mi? Dudaklarda mı? Kalpte mi? Midede mi yoksa titreyen ellerde mi?
          
          Peki ya nerede biter aşk? Beyinde mi? Sızlayan burunda mı? Karın boşluğunda mı yoksa dolup taşan gözlerde mi?
          
          Nerede başladığı değil de nerede biteceğidir önemli olan. Hatta önemli olan biteceğidir aslında…
         
          Peki, gerçekten biter mi aşk? Yoksa sadece insan aşık olduğunu mu unutur?

          Her şeyden daha çok acı veren karşındaki insanı unutmak değil de içinde yaşadığın o güzel hissi öldürmek zorunda olmak değil midir?

          Aşk acısı ölüm acısına denkse bu harakiri anlamına gelmez mi o zaman?

          Kimi seveceğimizi seçemiyorsak, neden kimi unutmamız gerektiğini bilmemizi ister hayat?

          Allah belamızı mı vermiştir? Başkasını düşürdüğün durumu anla diye mi başına gelir karmaşalar? Ama eğer öyleyse sonunda bir kısır döngü olmaz mı?

          Evet, Allah belamızı vermiştir!

         Gözlerinin içine bakarken, seni dünyanın en güzel kadını gibi hissettiren adamlar yerine yanında yetersiz hissettiğimiz adamlara aşığız çünkü biz…

          Tende mi başlar aşk? Yoksa dolgun bir cüzdanın içinde mi? Güzel bir arabada mı biter yoksa?
     
          Nerede olduğu önemli değildir ki aşkın, nerede bittiği de önemsizdir bittikten sonra.. Aşk da önemli değildir belki... Peki nedir yani bize bunu yaşatan?

          Evet, Allah belamızı vermiştir çünkü işte bunlar hep seks!

13.8.12

Kaming suun

Bisey dicem de tatil yapiyorum ben, yazicam yine, yine yazicam :)

20.6.12

Öpmek İstersem Azarlarım


          Gerçekten seversem seni, başaramayız.

          İlk başlarda önemsemiyormuş gibi yapmalıyım, attığın mesajlara geç cevap yazmalıyım ki sıkılmayasın benden. Ama cevap atmalıyım ki böylece ümidini de kesmemelisin. Buluşmak istediğinde hemen kabul etmemeliyim, ne kadar kolay görürsen beni, o kadar anlamsızlaşırım.

          En son ben aradıysam, bir daha aramamalıyım. Senin aklına düşmeliyim, sen atmalısın artık diğer adımı. Beklemeliyim sabırla.

          Özlersem, unutmalıyım. Kendi kendime bile söylememeliyim ki hissetme.

          Öpmek istersem, azarlamalıyım. Yapmak istediklerimin tersini yaparsam anlamazsın seni ne kadar çok sevdiğimi. Çünkü anlarsan sevmezsin beni…

          Gerçekten seversem seni, başaramayız çünkü ben kaçamam o zaman senden. Gelirim boynuna atlarım falan lüzumsuz sarılırım sana durmadan. Dakikalar boyunca öperim hiç bırakmadan. Bağıra bağıra özlediğimi söylerim ve ne kadar çok sevdiğimi anlatırım sana. Hoş olmaz, kaçamam o zaman… Sana kötü davranmazsam aşık olamazsın bana, maazallah bir de sevdiğimi söylersem bütün inancımızı yitiririz.

          Ben kaçamazsam, sen kovalayamazsın. İlişkimiz mehter takımı gibi iki ileri bir geri gidemez ve sen sevmezsin beni.

          Her gün daha çok sevmeli ama daha az belli etmeliyim ki, aşkımız sonsuza dek sürsün. Avcunun içine düşmemeliyim. İpleri elimden bırakmamalıyım! Kartlarımı açmamalıyım!

          Eğer gerçekten seversem, maskem düşer ve içimdeki amatör çocuk mutlu etmez seni. Hep bir adım uzağında durmalıyım ki, sen de sevebil beni…

          Ama bir gün sen seversen beni, hemen söyle ki ben de gerçekten sevebileyim.

27.5.12

Senden Sonra


          Hayatına biri gelir, hoş gelir ve bazen geldiği gibi gider…

          O hayatında olduğu sürece sen fark etmeden her gün daha çok ona benzersin, o da sen olur.  En güzeliyse sonunda biz olmaktır.

          Ve bir gün bir şekilde o gider, biz biter ve sadece sen kalırsın yeniden.

         “Sen gittikten sonra, bir süre evden çıkamadım ben. Her yerde biz olmaya alışmışken, tek başıma gidemedim hiçbir yere. Sonra anladım ki çıkmam gerek bu evden, hayatımda olduğu gibi evinde her köşesinde sen varken daha fazla durmamalıydım, çıkmalıydım…

          Kendimi yattığım yerden kaldırıp, giyinip, süslenip gitmeliydim bu odadan… Yeniden ben olmalıydım.
Dolabımdaki her kıyafette sen vardın yine, ya sen almıştın ya seninle almıştık ya da seninle giymiştim. Giyinemedim, süslenemedim… Oturdum kaldım orda ve orada bıraktım seni…

          Sen gittikten sonra ben kaldım, çayıma attığın üç şekeri atmıyorum artık ben. Bir birayla sarhoş olmuyorum artık. Saçlarımı açıyorum zaman zaman, sıkı sıkı toplamalardan vaz geçtim bir süredir. Eşofmanlarımı kaldırdım attım, elbiseler, etekler, kotlar giyiyorum.  Makyaj yapıyorum artık her gün, hatta bakkala giderken bile… Oje de sürüyorum diğer kızlar gibi… Topuklu ayakkabılarımın sayısı spor ayakkabılarımın sayısıyla kıyasıya yarışır. Artık geceleri 12’de kabak olmuyorum. İstediğim saatte gelebiliyorum evime. Ne bileyim, senin bende ezbere bildiklerin artık yoklar işte…

        Ben varım uzun zamandır, sadece ben. Her şey değişmiş bile olsa ben hala aynıyım… Bir de kimsenin beni senin kadar çok sevmemiş olması…”

8.5.12

Bok Vardır!


          Ne kadar yalnızsan o kadar özgürsün ama tek başınayken işe yarar mı özgürlüğün? Yaşadığın yeri terk edip gidebilirsin özgürken ama yalnız koyarsın düşünmekten kocaman olmuş kafanı yastığa. İstediklerini alamamanın verdiği sıkıntıyla daha da özgür olmak istersin çünkü ne kadar yalnız olursan o kadar kendini cezalandırabilirsin.

          En ağır da kendini cezalandırır insan. Başkalarına duyması gereken kini kendine duymaya başlar. Onları cezalandırdığını zanneder ama en çok kendine zarar verir.

          O kadar çok özler ki bazen; bir fotoğrafa bakar, bakar ve bakakalır… İşte bu şıçtığı andır!

          O kadar özler ama o kadar da aramaz, sormaz…

          Çünkü aşağı tükürse kalbi, yukarı tükürse mantığı vardır. Bok vardır!

          Kendi kendine sınırlar koyar, görmeyeceksin, aramayacaksın, duymayacaksın, UNUTACAKSIN!

          Onu aramak yerine başkasını ararsın, onu görmek yerine başkasına bakarsın ama bu daha çok; canın dondurma istediğinde şekerli yoğurt veren anne tavrıdır. Ne sen dondurma yediğini zannedersin, ne de annen seni kandırdığını, sadece oyalanmış olursun…

          En çok kendini cezalandırır insan, özgür olmaya çalıştıkça bağlandığını fark edemez.

          Çünkü aşıktır, bok vardır!

          Sonra dua et ki, alkol aklını korusun…

16.4.12

Sana Sorular Hazırladım!?

          Birini gerçekten sevdiğinde mi gelir tutku? Yoksa ulaşamadığın ciğere mundar diyememek midir? Kaçanı kovlarken mi fışkırır aşk, yoksa sevginin huzurunda mı bekler? Bir gözü kalk gidelim derken öbürü bok yeme otur diyen aşk, hangi ortamda yeşillenir?

          Birine aşık olduğunu anlamak için ille de acı çekmek mi gerekir? Huzurlu bir ilişki tutkunun bittiğini mi gösterir?

          Birini çok sevmek yeterli midir aşk için?

          En unutmadıklarımız hep yarım kalanlar değil midir? Yarım kalanlar hiçbir zaman unutulmazlar mı? Yaşanması gerekenler tamamlandığında yine bitecekse, aşk yarım kalmak mıdır aslında?

          Unutmak nedir? Alışmak mıdır yokluğuna? Yoksa yerini doldurabilecek birini bulabilecek kadar şanslı olmak mıdır unutmak? Peki ya bir kokunun sana onu hatırlatması unutamadığın anlamına mı gelir?

         Yapmak istediklerini mi yapmalısın? Yapman gerekenleri mi? Yapman gerekenleri söyleyenler daha önce senin yaşadıklarını yaşamış mıdır? Mantıklarıyla sana doğruyu işaret edenler aşık olmuşlar mıdır hiç? Kim bilebilir ki; seni üzse de yaşadıkların, belki de kendi seçimlerinin yaşanmamasının daha mantıksız olduğunu?

          Aşık olduğunu nerden bilir insan? Ben aşık oldum dediğinde, sana “hayır olmadın” diyen birine anlatmak ister misin hissettiklerinin adını? Önemli mi ki adının ne olduğu? Nasıl ortaya çıktığı? Belki kaçanı kovalarken hırsından oldu, belki de ona dokunduğunda kalbinin azına koşmasından… Neyi değiştirir nasıl olduğu? Önemli olan duyguların kabarmış olması değil midir? Kabartma tozu pastayı nasıl kabartır? Krema nasıl böyle güzel kokar? Peki babam bu kadar güzel pasta yapmayı nerden öğrendi?

3.4.12

Radyo ODTU'de Kontrol Edemediğim Diğer Yanım

Kontrol edemediğim diğer yanım Burcu'yu anlatmak ve ilişkiler üzerine konuşmak üzere beni "Benden Hoşlanıyorum" programında ağırlayan Radyoodtü'ye bidolu teşekkürler... Programda geçen kişiler ve olaylar tamamen hayal ürüdür :)

Hazırlanma Ayini


          Bir erkek ve bir kadın, buluşacaklar. Hepsi bu…

          Kadın sabah uyanır, yüzünde hafif bir sırıtma. Güzel bir gün olacaktır çünkü o günü yaşaması için bir sebebi vardır. Heyecanla dolabına uzanır eli, kapağını açar ve o anda hayatın en acımasız sorusuyla karşılaşır: “buu gün ne giiysseeeemmm?”  Evin içinde bir defile başlar, onu dener bunu dener… Aynanın karşısına her geçtiğinde “bizimlaa değilsıııın” sesi yankılanır kulaklarında. Sonunda içine çok sinmese de giyecek bir şeyler bulur…

          Seçtiği kıyafetleriyle aynaya birkaç poz attıktan sonra üzerindekileri bir kenara bırakır ve banyoya doğru yol alır. Duşunu alır, saç bakımını yapar, dişlerini fırçalar, kremini sürer…

          Saçları uçuşan bir şarkıcı edasıyla ıslık çalarak saçlarını kurutur, üzerini giyinir, takılarını seçer, ayakkabılarına karar verir, kıyafetine uygun çantasını hazırlar ve kuaföre gider.

         Saçlarını yaptırır, oje sürdürür…

          Kuaförün ışıklı aynasında makyajını da yaptıktan sonra küpelerini takar, parfümünü sıkar ve kalp atışları eşliğinde buluşmaya gider. Bir ayindir kadının hazırlanması…

          Erkekse sabah uyanır duşa girer, dişini fırçalar, tshirlerini koklar ve içlerinden en temizini giyer, altına kotunu da çekti mi hazırdır. Çoraplarını ve ayakkabılarını giydikten sonra buluşmaya gider…

         Yani diyeceğim şu ki, niyetiniz ciddi değilse kadınlarla buluşmayın! Bizi yormayın!

Bitti.

2.4.12

Sen Gidince Çuvaldızı Kendime Sapladım



          Bazıları bir ilişkiye bile başlayamazken, bazılarıysa bütün engelleri aşarak bir sevgiliye sahip olmayı başarırlar. Neticede hayat böyle, kimine kavun, kimine kelek…  İlişki sahibi sevgili arkadaşlarımız; çiçekleri koklayıp böceklerle şakalaşırken bir yandan da ilişkiler hakkında yakınlarına öğütlerde bulunur. Artık onun için her şey yolundadır, tren rayına oturmuş, yoluna koyulmuş ve kendisini izleyen öküzler eşliğinde ilerlemektedir.

          Kahramanımız bir sabah uyanır, güneş parlamaktadır, kuşlar cıvıldamakta… Yatağının içinde güzel bir gülümsemeyle gerinir güne. Bu sırada da elini yanında duran telefonuna uzatır fakat bir sorun vardır, her sabah gelen günaydın mesajı bu sabah gelmemiştir.  Aslında günlerdir ayakta uyuyor olduğunun farkında olmayan süper kahraman, ilerleyen saatler içerisinde terkedileceğinin de farkında değildir tabi ki…

          Karşısındaki insanın günlerdir ayrılma çabasıyla acı içinde kıvrandığını bile fark edemeyecek kadar duyarsızlaşmış ve her şeyin yolunda oluğunu zanneden terkedilmiş kahraman “noldu şimdi yeaa” diye düşüne dursun, sevgilisi çoktan trenden inip öküzlerin arasına karışmıştır.

          Kavga etmeden biten her ilişkide, ilişkiden önce biten en önemli şey aşktır. Bu noktadan sonra hüsrana uğramış kahramanın tek yapması gereken, hiçbir şey yapmamaktır. Fakat doğuştan arızalı olan süper beynimiz an itibariyle durmadan düşünmeye başlayacaktır. “Ben nerde yanlış yaptım?”

          Sürekli kendini suçlamaya başlayan bünye, harakirinin eşiğine koşarken bir yandan da kendince bulduğu nedenleriyle karşısındakini bunları bir daha yapmayacağına ikna etmeye çalışır. İlişki sırasında yapmadığı fedakarlıklar, göstermediği çaba bir anda fışkırmaya başlar. Durumun en elim ve ayrılmaktan daha vahim olan aşaması ise “yaaalvarırığğğm geri döööğğğnnn” şeklinde salyaya ve sümüğe bulanmış açıklamalar yapılmaya başlandığı “ezik kahraman” dönemidir. Aşkta gurur var mıdır, yok mudur? Tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurtamı horozdan? Gibi sorularında baş gösterdiği noktadır bu.

          Aşkta gurur yoktur fakat sizin anlamadığınız şudur ki, artık ortada aşk yoktur. Her şeyi bir kenara bırakıp, kendi acısıyla kavrulmalıdır kahraman.  Çünkü önemli olan kabullenmektir. “O seni artık sevmiyor.” cümlesine sarılıp uyumak gerekir bazen.  Sürekli kendini suçlayıp bir şeyleri düzeltebileceğine inanmak yerine hazmetmeyi gerektirir tek tarafı kalmış aşk. Her şeyi sorgulamak ve trenin yeniden hareket etmesi umuduyla, gururu kevgire çevirene kadar kendimize çuvaldızı batırmak da kurtarmaz bazen iptal edilmiş seferleri.

          Unutmak gerekir bazen, anlamak zorundalıktır ve bu hikayedeki gizli özne ise “başka birisi var”dır. Ya karşınızda ya da karşınızdakinin yanında...

4.3.12

Sevmiyo, Sevmez, Sevmicek!


          Her zamanki gibi başlangıçta her şey çok güzel… Durmadan çalan telefonlar, bıcır bıcır hareketler, tesadüfler…

          Adam bariz, açıktan sana yazıyo ve sende ondan hoşlanıyosun. Telefonun her çalıdığında suratında oluşmasına engel olamadığın yavşak bir gülümseme de mevcutsa her şey mükemmel demektir.

          Velhasıl gelgelelim fasulyenin nimetlerinin içinden çıkan Nimet, Safiye ne bileyim Leylalara…

          Sen kendini böyle bulutların üzerinde kuş zannederken, “onun sevgilisi var” şeklinde açıklama yapan “bir dost”  aynen yere çakılmana neden olacak.  Durumu her ne şekilde öğrendiğinin bir önemi yok, belki de sevgili bile değiller ama “o, sana değil o’na aşık” bunu biliyorsun…

          Kafandan aşağıya dökülen kaynar suyla birlikte yüzündeki yavşak gülümseme de sonsuza dek yok olacak.

          Bu noktadan sonra yapman gereken tek şey, ardına bakmadan olay yerinden uzaklaşmak… Hatta topuklarınız kıçınıza vuracak şekilde hızlanırsanız yararınıza olacaktır!

          Asla “o zaman benimle neden görüşüyor? Demek ki beni seviyor!” gibi salakca düşünceler içerisine girmeyin.  Çünkü işler hiç öyle olmayabilir...

          Neden böyle bir şey yaptıklarını bilmemekle birlikte, bu işin sonunda, yanınızda size sarılıp başkasını düşünen bir adamla kalakalırsınız. Bir ilişkide sahip olabileceğiniz her şeye, hatta belki de daha iyisine sahip olabilirsiniz ama “o” asla yanınızda olmayacaktır.  Sen onun saçlarıyla oynarken o, başka biriyle pastanede muhallebi yediğini hayal ediyo olacak ve sen de bunu bildiğin için durmadan acı çekeceksin.

          Sonra durup kendi kendine düşüneceksin; başkasına aşık biri neden benim hayatıma girmek için bu kadar çaba harcadı? Geller gitler başlayacak denizde, “bana değer veriyor, sevmese…” bahaneleri kafa da dönüp duracak… Ama sonuçta senin de çok iyi bildiğin gibi, o gidecek. Kalsa da seni hiçbir zaman senin istediğin gibi sevmeyecek.

          İstisnalar kaideyi bozsaydı keşke ama biliyorsunuz ki arkadaşımızın arkadaşının kuzeni kadar şanslı değiliz. Sonuç olarak “biz kaideyiz” ve istisnalar bizi bozmaz. Ne demiş ünlü düşünür teoman dizelerinde; aşk kırıntısıyla doymaktansa tek başıma aç kalırım bu hayatta....

          Muhtaç olduğunuz ilgi, yanınızdaki eski dostlarda mevcuttur...

28.2.12

Gelecek de Bir Gün Gelecek


          Gün gelecek devran dönecek, yaşlar kemale erecek, bir de bakmışız oğul değil baba, torun değil büyükanne oluvermişiz.  Dantelin ne olduğunu bilmeyen torunlarımıza, biz senin yaşındayken kaset sarardık falan gibi iğrenç cümleler kurarken bir yandan da evin içinde yakın gözlüğümüzü arayacağız yana döne…

          Anlamayacaklar o zaman bizi, akşamları TRT’de Türk Rock Musikisi programlarını izliyoruz diye dalga geçecekler. Bizim anneannelerimizin ud çalma hikayeleri gibi bizimde gitar çalma anılarımız anlatılacak. Arkadaşlarımızı görmek için, über HD sanal sarmallı telefonları kullanmak yerine toplaşıp kahve içmemize bir anlam veremeyecekler. Bizim zamanımızda… diye başlayan bir takım cümleler dolanacak dilimize. “O zamanlar maç yayınları paralıydı, bütün komşular bir eve doluşur izlerdik. Playstation cafeler vardı, arkadaşlarımızla gider turnuva yapardık… Sizde nerdeee simülasyon barlara gidin asosyal yaratıklar!”

          Onlara asosyal diye çemkirirken bizse, artık kağıt inceliğine gelmiş süpersonic mega pikselli televizyonlarımızda dizi izlemeye devam edeceğiz. Sabah kuşaklarında eski Türk Filmleri yerine, eski Türk dizileri yayınlanacak; beş yüz milyon kere, hiç izlememiş gibi Asmalı Konak, Deli Yürek, Muhteşem Yüzyıl izleyeceğiz. Zaten bütün televizyon kanalları Acun’un elinde olacağından akşam kuşaklarında da Best of Survivor, “O”n bininci ses Türkiye gibi programlarla oyalanacağız. Cem Yılmaz’a sadece biz güleceğiz, şimdinin Levent Kırca kıvamına gelecek. Torununa “ben kapağı buraya bırakıyorum ihtiyacı olan alsın” deyip kendi kendine gülen yaşlılar olacağız.

          Şimdi bile yaşadığımız para birimi sorunları o zamanda peşimizi bırakmayacak; çocuk bin lira isteyecek, biz altı sıfır atıp ne demek istediğini anlamaya çalışırken kafamız karman çorman olacak.
Söylediğimiz şeyleri de anlamayacaklar, “yavrum, her şeyim hıyar diyene tuzla çatalla koşuyorsun” dediğimizde aval aval yüzümüze bakacaklar. Kelimelerde de sorun yaşayacağız, biz inanılmaz derken onlar anbililibıııl diyecekler…

          Velhasıl-ı kelam, bir gün gelecek şimdi baktığımız gözlerle aynaya bakacağız ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Otobüslerde yer vermiyorlar diye sinirlenen tarafa geçtiğimiz anda paralel evrende boyut atlayacağız. Lakin önemli olan, takma dişlerinizi kaybettiğinizde, yanınızda size sarılıp “üzülme aşkım yenisini alırız” diyecek biri olacak mı?


22.2.12

          Söyleyecek bir şeyi kalmıyor insanın bazen. "Gel buraya" diyebilmek isterken "Git burdan" diyorsun. İçinden de sessizce, bitti diyorsun ama bitmiyor... Her defasında bittiği gibi bu da bitecek biliyorsun, ama yine de canın sıkılıyor...

          Birinin bana durmadan sigara içerek bir yere varamayacağımı söylemesi lazım.

20.2.12

Saçmal


          Bir kızın elini tutabilmek için dansa davet oynayan, öpebilmek için şişe çeviren neslin erkekleri büyüyünce böyle oldu, her yerleri ayrı oynuyor!

          Çok mu üstlerine gittik diye düşünüyorum bazen… Fazla naz aşık mı usandırdı acaba?

          Her zaman ilk adımı erkeklerden beklemek, adamın saçını başını yolup sonra bir de ellerinde çiçekler kapında sırılsıklam olmasını istemek biraz ağır oldu sanırım. Aslında ses çıkarmıyorlardı bu duruma çok fazla, erkeklik öyle bir şeydi… Sonuçta her zaman bir kadına göre daha güçlüydü erkekler. Kadın duygusal, narin ve kırılgandı… Sonra bir film geldi ve her şey değişti!

          “Issız Adam”

          Erkeklerin de narin ve kırılgan olmaya başlamaları sanırım bu filmin çıkmasıyla aynı zamana tekabül ediyor. Neymiş adamın sorunları varmış, bağlanamıyormuş, evlenmekten korkuyormuş… Bu bizim misyonumuz bir kere! Size ne oluyor?

          Kadınlara yapıştırdılar evlilik delisi sendromunu bir anda. Neredeyse kızlar diz çöküp evlenme teklifi edecek hale geldi. Tamam; kabul ediyorum erkekler de kırılabilir, üzülebilir ama bizim kadar manyak değildi onlar!

          Kadın dediğin kurgu uzmanıdır sonuçta, kafasında yüz bin milyon tane saçmalık uydurur ve kendi içinde mutsuzluğa yuvarlanır. Erkekler öyle değildir ki, haticeye değil neticeye bakar onlar. Tabii bu durum Hatice’nin kalçalarının ne kadar güzel olduğuna göre değişir ama sonuçta erkek dediğin delikanlıdır, çıkar karşına kadının, neyse derdi söyler. Trip atmak kadınlara özgü bir şey değil midir?

          Bunca yıl kadınlara trip atıyorlar diye çemkiren erkek kısmı, aynı silahla savaş açar oldu! Kadın kaçıyor, adam kovalamıyor. Adam saklanıyor, kadın kovalıyor artık.

          Kimsenin kaçmadığı, saçma oyunların oynanmadığı ve bütün kartların açık olduğu ilişkilerse tamamen tarih oldu. Adamlar, kadın ciddi bir ilişki isteyecek diye yataklarının altlarına saklandı, kadınlarsa kaybetmemek için sürekli bir savaş halinde…

          Herkes sakin olsun, hiç birimiz evde oturduk çeyizimize dantel işlemiyoruz!

          Kadınların da erkeklerinde saçma sapan triplere girmesine hiç gerek yok. Sadece şunu bilmek yeterli, bir ilişkide erkeğin yapması gereken şeyleri kadın yapıyorsa, o ilişki zaten bitmiştir. Boşuna kasmayın…

19.2.12

Lakinkiöyledeğildir


Gecenin köründe telefonum çalsa, “kapıyı aç” desen ve sen gelsen. İçeriye girsen, yüzünde yarım bir gülümsemeyle bana baksan ve sonra sarılsak. Öyle gündelik bir şeylerden konuşurken bir yandan da havanın ne kadar sıcak olduğundan yakınsak…  Camları, pençeleri açsak ve evde vantilatör olduğunu hiçbir zaman bilmesek…
Birlikte olduğumuzu sadece ben bilsem, senin bile haberin olmasa… Yatağın üzerine otursak, bir sen anlatsan bir ben dinlesem. Arka planda açık kalan televizyonu izlemek yerine sen beni kızdırsan ve ben seni dövmeye çalışsam. Sonra acıkıp evdeki bütün çikolataları yesek, bir sürü gülsek ve bol bol su içmek isteyip evde su kalmadığını fark etsek.
Konuşacak bir şey kalmayınca, müzik dinlesek. Birbirimizin ne düşündüğünü bilmeden, sen benim sırtımda ritim tutarken ben uyuyakalsam. Öylece uyusam…
Hiç sabah olmasa, sen gitmesen, hep kalsan ve ben uyanıp rüya gördüğümü anlamasam…

17.2.12

Pardon Siz Gerzek misiniz?



          Bardan eve gittiğiniz kadınla, Starbucks’tan eve gittiğiniz kadın arasındaki farkı bilmiyorsanız, hiç eve gitmemelisiniz bence. Daha dışarılarda öğrenecek çok şeyiniz var demek ki, orada bir süre daha kalın siz…

          Barda tanışıp eve gittiğiniz kız, muhtemelen zaten sarhoştur. Çok iyi bir insan olabilir, hiç o taraklarda bezi olmayabilir belki ama mutlaka kafası güzeldir. Barda portakal suyu içmiyorsa tabi… Sonuç olarak neresinden bakarsanız bakın, bir kere durumun imajı kötüdür. Kız da bunun bal gibi farkındadır ve durumu idrak halindedir ya da öyle olmalıdır bence. Sabah uyandığınızda, sevgili olduğunuzu düşünecek kadar saf bile olsa, bunun gerçek olmayacağını kavrayabilecek ve ona anlatabilecek en az bir tane tanıdığı mutlaka vardır. Sonuç olarak durum kurtarılmaya müsaittir, nettir. En az “sefiller” kadar klasiktir.

          Starbucks’ta oturduğunuz kızla eve giderseniz, o kız ayıktır. Hatta kahve dolayısıyla fazla ayıktır, baya cin gibidir, her an çarpabilir. Bilinci yerinde olan bir kadın, yarın unutmak istediği bir şey yapmaz. Her türlü durumu hatırlayacaktır. “Ah hayatım kafeini fazla kaçırmışım, hatırlamıyorum ne yaptığımı” gibi bir açıklamayı iki taraf da yapamayacağına göre durum da tehlike mevcuttur. Sadece takılmak istediğiniz bir kızla böyle bir ilişki içerisinde bulunursanız, durumun sonuçlarıyla uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. Duygusal bir pötürce niteliğindeki kadının beklentileri farklı olabilir…

          Yani duruma ters açıdan bakınca; bir adamla Starbucks’da buluşuyor olmanız onun sizinle ciddi niyetler içinde olduğu anlamına gelmez…  Bir adam, kadınla kafede buluşmak istiyorsa eğer, bu ikinci buluşmada kadını barlara diskolara götürmek istiyor olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bir erkek ne kadar cin fikirliyse, bir dişi de o kadar açıkgözlü olmalıdır. Ciddi bir ilişki isteyen kadın, en azından bir süre Starbucs’larda ne bileyim bilumum kafelerde buluşmalıdır adamla. Bu süreç içerisinde karar vermelidir ne yapmak istediğine…

          Özetle iki taraf için de şunu söylemek gerekir ki, gerzek olmanın lüzumu yoktur! Herkes işini bilir, hangi insana nasıl davranacağını kestirirse, ne kızlar bu kadar çok salyaya sümüğe boğulur ne de erkeklerin başı belaya girer. Hal böyle olunca da, onlar erer muradına biz çıkarız kerevetine…

Seni Özleyince Halay Çekiyorum



          Seni özleyince gözlerimi kapatıp, bağdaş kurup, halay çekiyormuş gibi yapıyorum... tabiki bi halta yaramıyor...


          Aslında hayatının bir döneminden önce varlığından bile haberdar olmadığın birisi... Tanıştığınız an yaşanmamış olsaydı, yolda yürürken omzuna çarpsa "önüne baksana lan!" diyecekken şimdi kendi kendine mırıldanıyorsun "napıyor ki şuan acaba?"


          Neyse ki, yaşam destek ünitesi bilgisayarlar ve sanal ortamlar var da neler yaptığını takip edebiliyorsun. Birini birkaç sene önce özlüyor olmak daha zordu, check-in yapamıyordu ozamanlar düşünebiliyor musun? korkunç! Ama yine de yeterli gelmiyor tabiki facebook, twitter... 


          Nerede olduğunu bilmen, yanında olması anlamına gelmiyor. Fotoğrafına bakman onu görmek değil ve ne düşündüğünü okuman, o anı paylaşmak sayılmıyor. Hiç bir oyun saçlarınla oynaması kadar keyif vermiyorken sen sadece kendini oyalamaya çalışıyorsun...


          "Gel" diyemediğinden "git" dedirtiyor her defasında doğa üstü bir güç. Dolayısıyla kendi kendine özlemeye devam ediyorsun. 


          Aslında tek yapman gereken, arayıp "özledim" demekken, sen mal gibi, o seni arasın diye telefonuna bakarak yaşıyorsun.


          Korkuyorsun çünkü, sen onu aramamak için kendinle bu kadar savaşırken, onun seni özlememiş olmasından.


          Çünkü özleseydi, arardı....

14.2.12

duyulavmi?



          Ne kadar zor birini sevmek… Önce kaşını gözünü beğeneceksin sonra kıyafetlerini, konuşmasını, düşüncelerini… Sevgilinizi komik mi alırdınız yoksa zeki mi? İsterseniz içine birazda romantizm ekleyebiliyoruz promosyon olarak!?

          Aslında çok da fazla seçme şansın yok, neye göre aşık oluyoruz bilmiyoruz sonuçta… Bir tabur adamla tanışsan içlerinden sadece birini seçiyorsun. Televizyonlarımızın vazgeçilmezi evlendirme programlarında da dedikleri gibi “elektrik alıyorsun” birinden işte o kadar…

          Etrafında bir dolu seçenek varken, senin parmağın sadece onu işaret ediyor. Kapında yatsa diğerleri, umurunda değil…

          Başlarda her şey çok heyecanlı oluyor. Aradığı zaman kalbin pörtlüyor, gördüğün zaman elini kolunu koyacak yer bulamıyorsun. O andan itibaren her şey bir mucizeye dönüşüyor; aynı anda birbirinize mesaj atmalar, tam da onu düşünürken seni araması, efendime söyleyeyim bir gülüşmeler sırıtmalar… Zaman geçtikçe monotonlaşsa da yaşadıklarınız fark etmiyor artık senin için çünkü çoktan kötü yola düşmüş oluyorsun, artık ayı da olsa öküz de olsa, anlayışsız bir domuz da olsa seviyorsun onu…

            Ne kadar zor aslında birini sevmek… Çünkü sevdiğin zaman sevilmek de istiyorsun. Bütün önceliklerin o olmuşken, sen de onun önceliği olmak istiyorsun. Kocaman bir pasta olan hayatının tümünü ona hediye ediyorsun ama senin onun pastasında sadece bir dilim olma fikrin canını sıkıyor. Sen, her zaman yanında olmasını isterken, o arkadaşlarıyla buluşuyor. Ama en çok da, sana söz vermişken son anda başka bir iş çıkarmasına sinirleniyorsun. Telefon konuşmaları azalıyor, görüşmeler seyrekleşiyor. Belki de hiç başlamamış olan ilişki bitişe doğru ilerliyor.

          Ama artık ne olursa olsun seviyorsun onu. Fakat zaman geçiyor ve aranızdaki ilişki ilerledikçe şartlar zorlaşıyor. O hiçbir zaman senin ne istediğini anlamazken, sen her zaman onu suçluyorsun. Ama yine de anlam veremediğin bir şekilde sabah onunla uyanıyor, akşam onunla yatıyorsun. Adı ağzına yapışıyor… Arkadaşların dinlemekten bıkıyor, sen anlatmaktan bıkmıyorsun… 

          Sonra sürekli aklında aynı soru dolanıp durmaya başlıyor."Beni seviyor mu?" ve bunu kendine sorduğun anda, sizi masallara götürecek olan at arabası bir anda kocaman bir kabağa dönüşüveriyor. Çünkü biliyorsun, o seni ya sevmiyor ya da hiç senin onu sevdiğin gibi sevmemiş aslında... Aklında binlerce soru beliriyor ve en çok da "Madem sevmiyordu neden hayatıma girdi?" diye düşünüyorsun.

          O bile senden uzaklaştığını bilmezken, sen hissediyorsun… Elinden gelen her şeyi yapıyorsun belki başa dönmek için fakat sonra çırpındıkça batmak yerine, üzüntülerini de alıp, sen onu terk ediyorsun.

          Terk ediyorsun çünkü daha fazla acı çekmek istemiyorsun… Çalmayan telefonlar, gelmeyen mesajlar, söylenmeyen sözler artık sinirlendirmiyor seni sadece üzüyor. Sen bütün hazırlıklarını yapmış ona giderken, onun kapılarının kapalı olması, o kapıyı kırmak istemen yerine, seni kırıyor...

          “O da beni seviyor mu?” sorusunun cevabını da alıp gidiyorsun sonuç olarak.

          Bu yüzden belki, sevişmek sevmekten daha kolay geliyor insanlara çünkü biriyle sevişirken o da benimle sevişiyor mu? diye düşünmen gerekmiyor… 

13.2.12

Huzur İsrafta


          Hayatını değiştiremiyorsan, saçını değiştir en azından havan olur…

          Terk mi edildiniz? Sevgilinizle mi tartıştınız? Hemen koşun kuaföre ya da alışveriş merkezine…  Değişiklik yapmak iyi geliyor. Kendinizi daha iyi hissediyorsunuz ama aslında hiçbir şeyin değiştiği yok. Sadece daha güzel göründüğünü düşünmek biraz özgüven salgılıyor, o kadar. Sabah uyandığında yine aynı acıyla uyanıyorsun. Karnında böyle kocaman bir sancı, bilinçten önce geliyor bedene. Neden üzülmüştüm ben diyorsun ve ardından aklına geliyor…

          Saçımızı boyatıp yeni kıyafetler giydiğimizde her şeyin daha iyi olacağına inanmamız aslında tamamen çok fazla Türk filmi izlememizden kaynaklanıyor. Neymiş; terkedilen, istenmeyen kadın zengin olmuş ve yeni kıyafetler almış, o güzelim uzun kahverengi saçlarını da güya kestirmiş sarı peruk takmış. Adam da kadına aşık olmuş, bin pişman, kul köle ve ardından mutlu son!

          Paralel evrende işler böyle yürüyor olabilir fakat gerçekler hiç de bu şekilde ilerlemiyor. Sen gidiyorsun bilinçaltındaki Yeşil Çam rüyasıyla, “depresyondayım kuaför bey benim saçları biraz uçuralım!” diyorsun. Maaşının üçte ikisiyle de yeni ciciler alıyorsun. Buraya kadar her şey senaryoya uygun ama sonrasında ne gelen var, ne giden…

          Papaz olmuş saçların ve kredi kartı borçlarınla apışıp kalıyorsun… “Bir kutu da mendil alsaydım keşke ağlayınca sümüklerim aktı” repliğiyle sonlanıyor muhteşem filmin.

          Velhasıl ne yaparsan yap olmuyor bazen…

          Huzur israfta olsa da, her zaman filmler mutlu sonla bitmiyor. Sana da sadece yeni saçların, kıyafetlerin ve her şeyin bittiğini idrak etmek kalıyor…

11.2.12

Ergen Terk

          Şuan isteyeceğim en son şey, yeniden ergen olmak…

          Çirkinsin bir kere, üstelik buna rağmen kendini dünyanın en güzel yaratığı zannediyorsun. Yüzün bir acayip, bir gözün kalk gidelim diyor öbürü bok yeme otur… Bedenindeki büyüme nedeniyle eline koluna hakim olamıyorsun.  Sivilceler basmış dört bir yanını, baktığın her yerde diş telli insanlar duruyor.

          Garson boysun üstelik, Çocuk mağazasındaki kıyafetler küçük, diğerleri ise büyük oluyor. Ayrıca ne giysen ya çocuk gibi oluyorsun ya da annenin dolabını karıştırmış gibi…

          Zaten ne istesen olmuyor; barlara girmek için yaşın tutmuyor, içkiyi gizli saklı içiyorsun, gece arkadaşında kalmak için izin istiyorsun, zaten baban istediğin kot pantolonu ve ayakkabıları da almadı! Arabayı da vermiyorlar! Sevgilin de seni terk etti! Nağğlet olsun böyle hayata! Modundasın…

          O dönemde nasıl aşık olmuşuz birbirimize diye sormadan edemiyor insan kendine… Gerçi zaten aşık olsan da sonsuza dek sürmeyeceği aşikar. Bu gidecek bundan sonra yenisi gelecek, sonra bir başkası… Daha önünde çekilmemiş bir ton aşk acısı…

          Hoşlandığın kişiyi öpebilmek için şişe çeviriyorsun, elini tutabilmek için sinemaya gidiyorsun, görebilmek için kafelerde buluşuyorsun. Hayır; zaten ikimiz de çok çirkiniz, eninde sonunda da ayrılıcaz, niye kasıyoruz bu kadar? Dememişiz hiç!

          Yine de o zamanlar aşık olmanın tadı bir ayrı oluyor çünkü sevdiğin kişiyi sadece “o” olduğu için seviyorsun. Arabası yok, evi yok, işi yok… Askerliğini yapmış olma ihtimali yok, yemek ya da temizlik yapamıyor olması problem teşkil etmiyor… Sadece “o” olduğu için aşık oluyorsun. Yani ergen aklınla lanet ettiğin hayatta aslında en güzel aşkı yaşıyorsun ama salak olduğun için onun da kıymetini bilmiyorsun.

9.2.12

Marilyn Olsa Ne Derdi?

“Erdemli bir kız öpüşür ama aşık olmaz, dinler ama inanmaz ve terk edilmeden önce terk eder…”

“Yatakta ne mi giyiyorum? Birkaç damla Chanel No. 5.”
“Şöhret harikadır ama soğuk bir gecede ona sarılamazsınız.”
“Eğer bir kızı güldürebiliyorsanız ona her istediğinizi yaptırabilirsiniz.”

“Hayatın gerçekleri kurduğumuz hayallerden çok farklı. Uzunca bir süreden beri yalnızken mutsuz olmak, birisiyle mutsuz olmaktan daha iyi geliyor bana.”
“Bir erkeğin dünyasında yaşamaya aldırmam yeter ki orada da bir kadın olarak bulunabileyim..”
“Cinsellik doğanın bir parçası ve ben doğayı çok seviyorum..”
“Kimseyi kandırmadım. Ama insanların kendilerini kandırmalarına izin verdim. Hiç biri benim kim ya da ne olduğumla ilgilenmedi. Bunun yerine benim için bir karakter yaratmayı tercih ettiler. Onlarla elbette tartışmayacaktım. Çünkü nasılsa olmadığım birine aşıklardı…”
“Eğer aptal bir kadını oynamam ve aptalca sorular sormam gerekirse akıllı bir kızmışım gibi davranmaya başlamam yeterli olur…”
“İhtiyarlamadan önce yaşamak zorundayız. Çünkü pişmanlık duymak en az korkmak kadar aptalca…”
“Gerçek aşık seni bir tek öpücükle bile kendinden geçirebilendir…”
                                                                                             Marilyn Monroe

8.2.12

Merhaba Mörfi, Öpüşelim mi?


          Sevgili Mörfi, aramızın çok bal olmadığının farkındayım. Nitekim yıllar yılı, ne zaman evden acil çıkmam gerekse çorabımın tekini bulamadım, hangi şeritten gitsem hep ötekisi ilerledi, hatta diğer şeride geçtiğimde de az önce bulunduğum şerit sular seller gibi aktı. Her karşıdan karşıya geçmeye çalıştığımda şehirdeki bütün arabalar oradan geçti, bir bluzu ne zaman çok severek giysem üzerime mutlaka yağ damladı, ne kadar paspal olursam o kadar eski sevgilimle karşılaştım. Soğan ve sarımsak yediğimde ise sevgili olmak istediklerimle burun buruna geldim…
          Bu yaptıklarınla bir şekilde baş etmeyi başardım. Fakat Erosla samimiyetiniz konusunda oldukça rahatsızım. Benim bu kadar rahatsız olmama rağmen sizin çok eğlendiğinizi de biliyorum. Ama ben hiç eğlenmiyorum! Bak, bak yüzüme bak gülüyo muyum ben?
          Siz arkadaş olduğunuzdan beri, kime aşık olsam; ya eski sevgilisini unutamamış ya ciddi bir ilişki yaşamak istemiyor ya da bana aşık olmuyor! Başlarda Erosun ok konusunda kıtlık çektiğini düşündüm, herhalde bir tek bana yetecek kadar oku vardı… Fakat sonradan anladım ki, bana aşık olup da benim hoşlanmadığım adamlar olduğuna göre bu işte senin parmağın olmalıydı. Gülme diyorum!
          Daha derin bir şekilde düşündüğümde çocukluğumdan beri dinlediğim bütün masalların da sizin işiniz olduğunu anladım. Her masalın sonunu aşkla bağlamak iyi numara, tebrik ederim.
          Neymiş? Pislik üvey annesi yüzünden pişmiş tavuğa dönen prenses, zehirli elmayı yemiş bayılmış ve ardından beyaz atıyla bir prens gelmiş, onu aşkla öperek bütün dertlerinden kurtarmış. Yok efendim eline zehirli tığ batan dünyalar güzeli yavrucak sonsuz bir uykuya dalmış, hop hemen oradan bir prens gelmiş kızı öpmüş ve ardından her şey mükemmel olmuş. Ver acıyı, ver acıyı sonra yapıştır prensi olsun bitsin…
          Yüz yıldır insanım, haala yapıştıramadınız prensi!
          Demem o ki, bu iş böyle olacak gibi değil, biz de seninle öpüşelim, barışalım ve ardından her şey mükemmel olsun!
          Erosa selamlar, sevgilerimle...